Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

21 Aralık 2012 Cuma

Erdoğan’ın gizli silahı

İlk konuşmasında daha ziyade gözdağı vermişti, ikincisinde yönlendiriyor, “kalpleri açma çabamıza uygun projeler yapın” diyor. Bu cümleleri Time dergisinde yayımlanan yazıdaki tespitlerle birlikte ele almakta yarar var: Dizilerimizin etkisinin Makedonya'dan Malezya'ya kadar onlarca ülkede hissedildiğini belirten dergi, dizi ihracatımızı “Başbakan Erdoğan'ın gizli silahı” diye nitelendirdi, dizilerin ABD'nin askeri, Çin’in ekonomik gücünden daha etkili olduğunu belirtti

Tamer Baran

Demokrasisi gelişmemiş tüm ülkelerde olduğu gibi bizde de iktidarlar sanatçıdan çekinir, yasaklamaktan yönlendirmeye bir dizi önlem almaya çalışır. Çünkü sanat muhaliftir çoğunlukla; özgür olma arzusu genlerinde vardır. O yüzdendir ki Nazım Hikmet’ten Halit Refiğ’e sayılamayacak kadar çok sanatçımız çoğunlukla uyduruk nedenlerle hapse atılmış ve/veya eserleri yasaklanmıştır.

Bu durum çatışmayı belirginleştirir. İktidar gizlemeye çalışsa da dünya kamuoyu baskıyı görür, medya yazmasa da toplum bilir… Bu hal, “sokaktaki insanın” en azından bir kısmının devletin karşısında yer alması sonucunu doğurur.

Bunu eski usul işgale benzetirim ben: Hindistan’daki İngiliz kuvvetleri veya Kurtuluş Savaşı dönemindeki işgal orduları, topluma “bir şeylerin ters gitmekte olduğunu” varlığıyla hatırlatır. Dilleri, dinleri, giysileri yabancı insanlar sokaklarda dolaşır, sıradan insanlara da kötü davranır, hatta yargısız infaz yapar. Bu olaylar hiç yaşanmasa bile, “silahlı yabancı” görüntüsü, “sokaktaki insanın” en azından bir kısmının bilinçlenmesine, işgal güçlerine karşı pozisyon almasına neden olur.

Bunun çözümünü ABD buldu: Görünmeyen imparatorluk… Afganistan ve Irak gibi Amerikan derin devletinin zorunlu olduğunu düşündüğü durumlar dışında hiçbir ülkeyi silahla işgal etmiyor, ama “çaktırmadan” yönetiyor. Sokaktaki insanın gözünde ülkesi bağımsız, vatandaş özgür, hatta ABD dost ve müttefik; oysa gerçekte “cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş” oluyor...

Görünmeyen imparatorluğun en büyük silahı ordu değil, medya ve sanat, özellikle de filmler… Bunlara kanarsanız, ABD adeta cennetten bir köşe, orada insan hakları, özgürlük ve demokrasi tüm dünyaya örnek olabilecek seviyede, refah ve huzur sokaklara taşıyor, ki onlar da altın kaplı… ABD sanatçıların bu masalı yaymasını silah zoruyla sağlamıyor, onları da “çaktırmadan” yönetiyor, yasaklama, hapis vb. “çirkin” yollara gerek kalmaksızın korku imparatorluğunu “özgürlükler ülkesi” gibi algılıyor ve sunuyorlar. İstisnalar tabii ki var, ama çoğu gizli faşizmin sağ kolu durumunda, ABD tüm dünyayı uyuturken Holivud da ninni söylüyor.

Çünkü sanatçılar da topluma hakim olan “ana söylemle” büyüyor yetişiyorlar, onlar da sürekli bir “ışılda, star ol, tüm dünyada tanın, 8 sülalene yetecek kadar kazan” mesajının etkisi altındalar; iktidardaki anlayışa uygun olanların önünde sayısız kapı açıldığının da farkındalar. Sonuçta gerçek muhaliflerin sayısı ister istemez düşük kalıyor; toplumu, hatta tüm dünyayı “görünmeyen imparatorluğu” yaratanların onayladığı, onların işine yarayan filmler ve diziler yönlendiriyor.

Ülkemizde devlet yakın zamana kadar eski kafadaydı, bu iktidar an be an güçlendikçe –henüz tam başarılmış olmasa da- “görünmeyen imparatorluğa” da geçildi. Şehir Tiyatroları’ndaki depremin ardından Başbakan’ın “Muhteşem Yüzyıl” dizisini eleştirmesi ve benzer cümleleri 6 Aralık günü yinelemesi ise ikinci miladı simgeliyor, yani zaten var olan korku imparatorluğunun sanata da yayılması… Konuyla ilgili ilk yazımda şu cümleler vardı: “Kimi suçlayacaklarmış: Bu tür dizileri yapanları, yönetenleri, o eserleri gösteren TV kanallarını… Kanalları verdikleri reklamla ayakta tutan kim? Büyük şirketler.” Başbakan o şekilde konuşursa sanatçıların ve şirket yöneticilerinin korkacağını zaten biliyordu, nitekim dizide iktidarın çizgisine uygun değişiklikler yapıldı. Ve Senaryo Yazarları Derneği dışında bir tek sinema örgütü bile tepki vermedi, bazı sanatçılar Başbakan’ı yanıtladılar ancak, SENDER haricinde sektör sessiz kaldı.

Ne demişler: “Sükut ikrardan gelir”…

Peki ama Başbakan’ın hedefi neydi?.. Konuyla ilgili ikinci konuşmasındaki şu cümleler çok anlamlı: “Fetih, tam tersine, kapılardan önce kalpleri açma girişimidir. Ama, bizim tarihimizi şekillendiren, bizim tarihimize damga vuran, bizim medeniyetimize yön veren kalemden ve kitaptan hiç kimse bahsetmiyor, bahsetmek istemiyor…”

İlk konuşmasında daha ziyade gözdağı vermişti, ikincisinde yönlendiriyor, “kalpleri açma çabamıza uygun projeler yapın” diyor. Bu cümleleri Time dergisinde yayımlanan yazıdaki tespitlerle birlikte ele almakta yarar var: Dizilerimizin etkisinin Makedonya'dan Malezya'ya kadar onlarca ülkede hissedildiğini belirten dergi, dizi ihracatımızı “Başbakan Erdoğan'ın gizli silahı” diye nitelendirdi, dizilerin ABD'nin askeri, Çin’in ekonomik gücünden daha etkili olduğunu belirtti.

Türk Tarih Kurumu Başkanı’nın Başbakan’ın konuşmasına destek verirken sinema sektörümüze Holivud’u örnek göstermesi boşuna değildi. Görünmeyen imparatorluk modelini en iyi uygulayan ülke ABD, en büyük yardımcısı ise Holivud… Başbakan da bu ittifakı yaratmak arzusunda ki o “gizli silah” daha etkili olsun, vurdu mu devirsin…


Açık Gazete, 21 Aralık 2012
Haber Anı, 21 Aralık 2012

4 Aralık 2012 Salı

Dizilerle ilgili uyarı ve talimat…

Oysa kurulduğu günden beri AKP ile yakın ilişki içinde olan bazı şirketlerin sahibi olduğu TV kanalları da var. Asıl önemlisi hepsinin parası var, reklam aracılığıyla kanallara baskı yapma gücü var. O şirketlerden birine ihtar verilmedi sadece, diğerleri de göreve çağrılmış oldu. Büyük holdinglerin sadece üçü “Artık ‘Muhteşem Yüzyıl’a reklam vermiyoruz” derse o kanal o diziyi sürdüremez, bunu herkes biliyor.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Muhteşem Yüzyıl” dizisiyle ilgili sözlerini işgüzarlık olarak nitelendirenler oldu. Kimisi gündem saptırma girişimi olarak gördü, bazılarına göreyse amaç, dış politikamızla uyumlu yeni gündem oluşturmaktı.

Kanımca o sözler hem uyarı, hem de talimattı; beni asıl ilgilendiren yönü bu…

Önce o cümleleri ve ardından olup bitenleri anımsayalım; bir filmin dramaturjik yapısını inceler gibi… Başbakan’ın sözleri şöyleydi: “Biz öyle bir Kanuni tanımadık. Ömrünün 30 yılı at sırtında geçti. Sarayda, o gördüğünüz dizilerdeki gibi geçmedi. Ben o dizilerin yönetmenini de, o televizyonun sahiplerini de milletimin huzurunda kınıyorum. Bu konuda da ilgilileri uyarmamıza rağmen yargının da gerekli kararı vermesini bekliyoruz. Bu milletin değerleriyle oynayanlara, milletçe gereken dersin, gereken cevabın hukuk içinde verilmesi gerekir.”

Altını çizdiğim kelimeler önemli; bu konuşma sinema sektörümüzün gidişatını değiştirmek amacına uygun olarak düzenlenmiş…

Tam da bu yüzden üyesi olduğum Senaryo Yazarları Derneği (SENDER) basın açıklamasında Başbakan’ın sözlerini sansür amaçlı olarak değerlendirdi ve kınadı. Tabii ki başta senaristler olmak üzere, yaratıcı insanların özgür çalışabilmelerinden yanayım; ama bu yazının konusu bu değil. Çünkü sansür işin sadece bir kısmı. Mesaj ve talimat, teşvik ve tehdit de var o sözlerde.

Talimat, başta TRT olmak üzere ilgili tüm devlet kurumlarına, örneğin RTÜK’e ve savcılara ve “durumdan vazife çıkaracak” herkese, mesela maliye müfettişlerine de yönelik. Hukukçuların değerlendirmesi de yayımlandı; anlaşılan savcıların yapabileceği bir şey yok, ama devlet onlardan ibaret değil, dizinin ve eseri yayımlayan kanalın sahibi olan şirketlerin baskı altına alınması kuvvetle muhtemel. Gazetelerde diziyi yapan şirketin “nasıl da çok” kar ettiğine ilişkin haberler çıkması boşuna değil.

Mesaj ise yine devletin ilgili kurumlarına, ama asıl önemlisi AKP taraftarlarına ve hükümetin yakın çevresindeki şirketlere yönelik, şöyle tercüme edilebilir: “Yeni konumumuza uygun davranın, Osmanlı’yı yücelten projeler üretin, destekleyin.”

TRT devlet televizyonu; iktidarın projelerine uygun program ve filmler yapmaya çalışıyor. Bazen açıkça talimat alıyor, örneğin Dışişleri Bakanı’nın arzusu üzerine bir proje oluşturuyor, bazense “durumdan vazife” çıkartıyor. TRT’nin bu yaklaşımı -konumu gereği- doğal kabul ediliyor, izlenme oranları listesinde üst sıralara çıkamaması da. Oysa kurulduğu günden beri AKP ile yakın ilişki içinde olan bazı şirketlerin sahibi olduğu TV kanalları da var. Asıl önemlisi hepsinin parası var, reklam aracılığıyla kanallara baskı yapma gücü var. O şirketlerden birine ihtar verilmedi sadece, diğerleri de göreve çağrılmış oldu. Büyük holdinglerin sadece üçü “Artık ‘Muhteşem Yüzyıl’a reklam vermiyoruz” derse o kanal o diziyi sürdüremez, bunu herkes biliyor.

Nitekim Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın 28 Kasım’da “Hükümetin açıklaması” olarak medyaya yansıyan sözleri çok net: “Burada gerçeklerle örtüşmeyen pek çok sanal sahnelerle uydurma birtakım yönleriyle beraber tanıtılan bir Kanuni söz konusu. Kanuni’nin yaptıklarını doğru gösteren bir diziye kimsenin itirazı olmaz, olması da düşünülemez. Bizim itirazımız dizinin bizim tarihimizin gerçeklerine uymaması, gerçeklerden öte tarihe iftira içerecek pek çok özeli barındırması nedeniyledir.”

Biri yargıyı göreve çağırdı, diğeri sallanan parmağın hedefini biraz daha açıyor, “ağır suç kabul ederiz” demeye getiriyor.

Kimi suçlayacaklarmış: Bu tür dizileri yapanları, yönetenleri, o eserleri gösteren TV kanallarını… Kanalları verdikleri reklamla ayakta tutan kim? Büyük şirketler.

Ki herkes Başbakan’ın Aydın Doğan’la nasıl savaştığını ve kimin sahadan yenik ayrıldığını çok iyi anımsıyor.

Konunun farklı yönleri tartışılıyor; ben siyasetçi değil, sinemacıyım, cümlem tek: O konuşma sinema sektörümüzün gidişatını değiştirdi bile…

Haber Anı, 3 Aralık 2012
Açık Gazete, 3 Aralık 2012