Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

17 Kasım 2011 Perşembe

İzlenim günlüğü 1: “Garsoniyer”


Adrift in Manhattan” (Alfredo De Villa, 2007) filminde Mark (William Baldwin) eski eşi Rose'a (Heather Graham) sinemaya gitmeyi teklif eder, kadın istemeyince üsteler: “Jack Lemmon'ı tenis raketiyle spagetti süzerken izleme şansını kaç kez bulabilirsin ki?..”

Terfi vb çıkarları gereği dairesini amirlerine garsoniyer olarak kullandırtan Baxter’ın (Lemmon) öyküsüdür “The Apartment” (1960), unutulmaz Billy Wilder yapıtlarından biridir. Amerikalılar için kültürel değeri yüksek klasiklerdendir, onlarca filmde ondan bahsedilmiş, ona gönderme yapılmıştır.

Gişe filmleri yapan her usta yönetmen gibi Wilder da izleyiciyi büyülemenin önemini iyi bilir. Mekan kullanımıyla da yapılabilir bu, yeni bir oyuncuyla veya dünya güzeli bir kostümle de… Popüler filmler seyirciyle her açıdan flört etmeye, gözüne, aklına ve yüreğine seslenmeye, hafızasına kazınmaya çalışır (Fakat maalesef bu durum bizim filmlerimizin çoğunda atlanıyor). İzleyici de sever bunu, özel önem verdiği şeyleri eşe dosta anlatmaktan, anımsayıp duygularını tekrar harekete geçirmekten hoşlanır…

Filmlerdeki küçük öğelerden büyülenmek, onları sevmek, hatta hayatına katmak, sinemasever olmanın en keyifli ve faydalı yanlarından biridir.

Meraklısına:
Kapıda görünen genç kız Shirley MacLaine. O ve Lemmon bir başka Wilder klasiği olan "Irma De Luce"de de başrolleri paylaşmışlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder