Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

5 Mart 2010 Cuma

“Avatar”: Kolları uzun bir cüce… (2)
















Tüm bunları bizden çok daha iyi bilen Cameron, hikayesiyle bir yönü gösterirken, film diliyle tersten vuruyor: Biliyor ki yan dişleri –vampirlerinki gibi- sivri, hayvanlarınki gibi kuyruğu olan, kurt gibi sivri kulaklı “canlılar”a bu seyirci “insan kadar değerli” gözüyle bakamayacaktır; “insansı” olabilirler, ama eşitimiz, hele de bizden çeşitli açılardan “üstün” olamazlar, seyirci böyle algılar çünkü o kadar “ilkeller” ki ok ve yayla savaşıyorlar

James Cameron’ın son çalışmasını anti-emperyalist olarak niteleyenler, sadece filmin hikayesini –üstelik ana hatlarıyla- dikkate alıyorlar. Bu analiz, sinemasal açıdan da eksik ve yanlış, ideolojik açıdan da…

Bir filmin analizi eserin tamamı incelenerek yapılır (adı, afişi, jeneriği vs dahil). Senaryo aynı kalmak şartıyla, ışık, açı, müzik gibi onlarca öğenin birinin farklılaştırılması bile bir planın anlam ve etkisini inanılmaz değiştirebilir. Al Pacino’nun gözleri parlayarak ve davudi bir sesle “Kazanacağız” dediğini düşünelim. İkinci örnekte, yine Pacino, aynı kelimeyi, omuzları çökük, sesi kırık bir halde, kendini inandırmaya çalışıyormuş gibi söylesin. Planın anlamı değişir ve gücü neredeyse yarı yarıya azalır. Aynı şekilde, bir oyuncuyu diyelim ki bel planında görüntülerken tam karşısından kaydetmekle, alt açıdan çekmek arasında anlam farkı vardır veya yüzünün tamamını aydınlatmakla yarısını gölgede bırakmak seyircinin psikolojik algısını değiştirir, senaryo, oyunculuk ve geri kalan her unsur tamamen aynı kalsa bile (mesela alt açı azamet, tehdit vb anlamlar katar)…

Tek bir faktörle oynandığında sonuç bu kadar değiştiğine göre, onlarca öğenin bir arada bulunduğu binlerce plandan oluşan bir filmi analize yeltenirken sadece hikayesini temel almanın ne kadar yanlış olduğu açıktır. Çünkü tek bir plan bile, öyküyü yalanlayabilir. O yüzdendir ki örneğin “Jurassic Park”ta CGI tekniklerini görkem yaratmak için kullanan Spielberg, “Saving Private Ryan / Er Ryan’ı Kurtarmak”da aynı teknikten renkleri daha da soldurmak, filmin kasvetini artırmak amacıyla yararlanmıştır. İmaj, sözden kat be kat güçlüdür, hikaye savaş karşıtı iken planlar hamasi duygular aktarırsa, görüntü baskın çıkar.

Şimdi lütfen “Avatar”dan alınan kareyi inceleyin; onlarca savaş ve/veya Amerikan yanlısı filmde kullanılan imajlardan bir farkı var mı? (Sadece helikopterlerin pervane kısmı değişik, o da filmin gelecekte geçtiğini, yani ABD’nin aynı güce onlarca yıl sonra da sahip olacağını vurguluyor)

Tüm bunları bizden çok daha iyi bilen Cameron, hikayesiyle bir yönü gösterirken, film diliyle tersten vuruyor: Biliyor ki yan dişleri –vampirlerinki gibi- sivri, hayvanlarınki gibi kuyruğu olan, kurt gibi sivri kulaklı “canlılar”a bu seyirci “insan kadar değerli” gözüyle bakamayacaktır; “insansı” olabilirler, ama eşitimiz, hele de bizden çeşitli açılardan “üstün” olamazlar, seyirci böyle algılar çünkü o kadar “ilkeller” ki ok ve yayla savaşıyorlar… Bu uygarlık seviyesindeki canlıları seyirci –bilinçli olmasa bile- küçümser, bu hem insan psikoloji gereğidir, hem de bu bakış açısı bilinçaltlarına, yine Holivud tarafından on yıllar önce kazınmıştır… Resmi tarih, bugünkü Batı uygarlığının “çok gelişmiş” olduğunu sürekli yineliyor, bizim yüzlerce yıl evvelki seviyeminde olanları ortalama insan aşağılar… Biliyor ki Cameron, sıradan seyirci o ağır makineli silahların perdede kurşun saçmasına bayılır, o insanlar zamanında Yaratıklara ateş açan askerlerden yana olmuştur, hele de daha gelişmiş bir teknikle aynı planlar önüne geldiğinde “ruhen” Navilerden yana olamayacaktır, zihnen olsa da, kalben olmak istese de… Hele de bu “muhteşem” filmi Amerikalıların yaptığını biliyorken, finalde yenilmiş olmalarına tümden ikna olamaz.

Öykünün satır araları
Filmin görsel yapısı hikayeyi desteklese, ideolojik konumuyla ilgili değerlendirmeler haklı olacak mıydı peki? Yüzeysel bakılırsa, evet. Ama daha derin incelemek lazım. İlk planından sonuncusuna, filmi sadece hikayesi açısından irdeleyince şu cümleleri elde ederiz (5 Ocak 2010 tarihli Hürriyet’te yayımlanan Emre Kızılkaya imzalı “Avatar’ın İdeolojisi” başlıklı yazıda sunulan değerli bazı düşünceleri burada yinelemeyi gereksiz buluyorum, meraklısı http://arama.hurriyet.com.tr/arsivnews.aspx?id=13386148 adresinden okuyabilir):

1-2154 yılında ABD hala çok güçlü bir ülkedir, dünyayı bitirmiş, evreni fethetmektedir.

2-Bu “uygarlık” seviyesine ulaşmış tek ülke ABD’dir (aksi halde filmde önde gelen gelecek bilimcilerin yeni süper güç adayları arasında saydığı Çin, Hindistan, Türkiye gibi ülkelerin de, en azından Rusya’nın da adı geçerdi).

3-Tanrı bir gezegeni kurtarmak için bir “seçilmiş” gönderecekse, orası Navilere ait bile olsa, bir Amerikalı’yı seçer (Filmin ikiyüzlülüğünü ve nasıl seyircinin bilinçaltına yönelik çalıştığını gösteren kilit bölümlerden biri, Jake’in “atalarının kayıtlarına” bağlandığı sahnedir: Eğer Eywa, sadece Pandora’nın Tanrısı veya Navi’lerin “inandığı” bir güç olsa, Jake onunla bağlantıya geçtiği an–Dünya’da yaşamış- kendi atalarının seslerini duyamazdı. Duyduğuna göre Eywa, insanlığın Tanrı adını verdiği, En Yüce Varlık demektir ve Jake bir Navi ile karşılaştırdığı an, Allah onu “seçtiğini”, kabilenin ruhsal liderinin kızı aracılığıyla Navilere bildirmiştir...

4-Adları İbranice’de “Tanrı’yla doğrudan görüşebilen” anlamına gelen Naviler, bu meziyetlerine rağmen, ne yapacaklarını bilemeden ortalıkta dolanmakta, (ortalama seyircinin algısına göre) tuhaf danslar yapıp katledilmeyi beklemektedirler. Tanrı Jake’i yollamasa mahvolacakları çok bellidir. Bunları o sahnelerle seyreden bir seyircinin bırakın bir Şaman’a saygı duymasını, Tanrı’yı da küçümseyeceği bellidir, öyle ya, kendisiyle direkt görüşebilen bir ırka “şöyle savunma yapın, şu cihazı icat edin, o okullara inanmayın” vs bile diyememiş, onları yönlendirememiştir, adı üstünde Tanrı olmasına rağmen. Kutsal kitaplar gökten taş yağması, denizin ikiye yarılması vb mucize ve felaket sahneleriyle doluyken, yani Tanrı en basitinden o helikopterleri bozmaya muktedirken, Pandora için geliştirebildiği tek çözüm, Jake’i yollamak, o da yetmeyince hayvanları düşman üzerine salmak olmuştur.

5-Filmde sunulan çerçeveye göre Allah, Amerikalıların dünyayı mahvetmesine ses çıkarmamış, ama nedense Pandora gezegenini onların elinden kurtarmayı yeğlemiştir. Herhalde bu tercihte Navilerin her canlıya saygı duyan, Tanrı bilinci gelişmiş, ruhsal varlıklar olması önemli bir etkendir. Öyleyse filmin bakış açısına göre Kızılderililer, İngilizlerin canına okuduğu Aborjinler, Portekizli ve İspanyolların kılıçtan geçirdiği kadim Latin Amerika halkları, Fransızların katlettiği Cezayirliler ve Çin işgali sırasında 1 milyon kayıp veren Tibetliler “o üstün seviyeye” ulaşmış değillerdir (Anti-emperyalist olduğu sanılan filmin, sömürgecilik tarihini nasıl temize çıkardığını görüyor musunuz?)

6-Jake’in değerli savaş taktiklerine rağmen, üstün Amerikan teknolojisi karşısında sapır sapır dökülen Naviler’i katliamdan kurtaran, hayvanların da savaşa katılması olur… Tüm evrenin Tanrısı, Pandora’da sürece bu şekilde müdahale ederken, nedense dünyada yukarda adı geçen medeniyetlere yardım etmemiştir. Acaba bunun sebebi onların ve örneğin Kore, Vietnam, Afganistan ve Irak halklarının Tanrı’nın gözünde Naviler kadar değerli olmaması mıdır? (Yoksa hiçbiri Hıristiyan olmayan bu ulusların “inanç sistemlerinde” bir yanlışlık olduğu mesajı mı gizlidir filmin satır aralarında?)

7-İnternet aleminde ve video oyunlarında yaygın kullanılan Avatar sözcüğünün anlam ve kökenine ilişkin farklı bilgiler olsa da, Navileri Hinduizm Tanrılarına benzesinler diye mavi yaptırdığını açıklayan Cameron, belli ki kelimenin Hinduca anlamıyla ilgili: “bedenlenmiş (enkarne olmuş) Tanrı”… Bunu diğer maddelerle birleştirince, “seçilmiş” Jake’in “Tanrı’nın oğlu” İsa’yı simgelediği anlaşılıyor.

Uzatmaya gerek yok, meraklısı, yine bu blogda tekrar yayımlanmış “M. Ö. 10,000” eleştirisini okuyabilir. O film geçmişi değil günümüzü anlatıyordu, aynen “Avatar”ın gelecekte değil, günümüzde geçtiği gibi… Her ikisiyle ilgili bu blogda sunulan analizleri değerlendirirken, bu filmlerin dünyaya “medeniyetler çatışması” tezini yutturmaya çalışan bir ülkede, çok büyük bütçelerle ve milyonlarca kişi tarafından seyredilmesi amacıyla yapıldığını dikkate almakta yarar var.

Ciddi bir film analizine girişmeden, sadece hikayesini biraz incelediğimizde bile “Avatar”ın sanıldığı kadar “masum” bir film olmadığı ortaya çıkıyor. Zaten filmin öyküsü o kadar kötü kurulmuş, senaryosu öylesine sıradan ki, teknolojinin yardımıyla yaratılan o şaşaa ve (150 milyon dolarlık) PR kampanyası olmasa çok az kişi filmi bu kadar ciddiye alırdı.

Öykünün nasıl “uyduruk” olduğuna en güzel örnek “baş kahraman” Jake’in durumu. Film onun bir Pandora sakini olarak “yeniden doğmasıyla” bitiyor ya, bunu da çoğu eleştirmen olumlu bir şey olarak algılıyor, sömürgeci dünyalı olmakla hayata saygı duyan Navi olmak arasında tercih yaptığı sanılıyor, öyleyse buyurun yakından bakalım: Jake dünyada belden aşağısı sakat bir gazidir sadece. Çeşitli kereler gösterildiği gibi, “daha iyi” insanlar bile onu kaz kafalı bir asker olarak değerlendirmekte, aşağılamaktadır. Dünya’nın kendisi, bizzat Jake’in söylediğine göre “ölü”dür. Öte yandan Pandora –hele de insansız haliyle- huzurlu bir yerdir, “seçilmiş” olduğu kabul görmektedir, orada sevdiği kızla üstelik Navilerin lideri olarak mutlu yaşayacaktır… Bu şartlarda kim Dünya’ya dönmeyi mi yeğler ki, Jake’in seçimi alkışlanacak bir şey olsun?.. Daha vahimi: İki seçenek mi var ki buna “seçim” deniyor?

Kolları uzun cüce: Cameron…
Alkışlanacak seçim John Dunbar’a aittir… “Dances With Wolves / Kurtlarla Dans” filminin ana karakteri, sonlarının yakın olduğunu bile bile Sioux kabilesine katılır. Onları dönüştürmez, buna kalkışmaz bile, sadece “öteki” olur… Çoğunluğun ideolojisiyle, kültürüyle uzlaşamadığı için azınlığı yeğler. “Jake taraf değiştirmese zavallı Naviler katledilecekti” gibisinden bir şişirme yoktur o filmde, John’un aralarına katılması Sioux’ları kurtarmadığı gibi, John da onların lideri olmaz, yaptığı seçimden elde ettiği tek kar içsel huzurdur, yani kişiliğine uygun bir medeniyet ve yaşam tarzı bulması. Ender de olsa canice bir şey yaptıkları her sefer Sioux’ları ve onlarla ilişkisini tekrar sorgular... Ve kendisi yüzünden ordunun kabilenin peşine düşeceğini anladığı an, onları çok sevmesine rağmen Kızılderilileri terk eder.

PR kampanyasının bir parçası olarak “Avatar”ın “Kurtlarla Dans”a benzediği Amerikan medyasına söylenmiş, bizimkiler de papağan gibi tekrarlıyor. Oysa Costner’ın filmini tekrar izleseler, namuslu ve ideolojik açıdan da düzgün bir eser olduğunu hatırlayacaklar…

Bu iki filmi karşılaştırmak, büyük haksızlık çünkü “Kurtlarla Dans”, “Batı uygarlığı” denen nesneye indirilmiş bir yumruktur. Seyirciyi kendi tarihi ve Kızılderili katliamı da dahil pek çok şeyle birden yüzleşmeye davet eder. Örneğin, Amerikan seyircisi altyazılı film izlemekten hoşlanmadığı için çok riskli olmasına rağmen o filmi yapanlar eserin önemli bir bölümünde seyirciyi Lakota diliyle baş başa bırakmışlardır. Holivud’un 100 yıldır tekrar tekrar söylediği “yerliler meğer misyoner okuluna gitmişlermiş, o yüzden hepsi şakır şakır İngilizce konuşuyor” yalanına yüz vermemiş, John’ın Kızılderililerin dilini öğrendiğini göstermişlerdir.

Çünkü “öteki”ne saygı dilden başlar… Dil iletişim zeminini belirler, etkileşim ve işbirliği sonra gelir. “Onlar benim dilimi konuşsun” dayatması, kendini dünyanın efendisi sayan, diğer kültürleri “ilkel” sanan, tüm hayatı güç kavramı çerçevesinde algılayan zihniyete, yani emperyalizme aittir.

Ayrıca dil, kültüre açılan kapıdır, manayı çözen şifredir; üzerindeki yazıları anlayamıyorsanız, mesela Büyük Piramit’i turist gözüyle izler, belki ruhen etkilenir ama derin bilgisine vakıf olamazsınız… O yüzdendir ki Bangladeş’te veya Pandora’da geçen bir hikaye anlatırken o halkları İngilizce konuşturan bir film, ne yaparsa yapsın seyircisini, orada en az onunki kadar saygıdeğer bir kültürün var olduğuna ikna edemez.

“Avatar” neyin sözcüsü?
Ama zaten Cameron’ın bu meselelerle alakası yok. Filmin her karesi tüm bunları hiç de önemsemediğini gösteriyor. “Kurtlarla Dans”tan epeyce yararlanmış tabii ki, açıkça ve hunharca faydalanmış, ama benzerliği hikaye bazında tutmaya özen göstermiş. Çünkü gayet iyi biliyor ki, içerik açısından farklı kabilelere mensuplar...

Artık adını koyabiliriz: “Avatar”, ABD’nin bu dönemki dış politikasının sözcülüğünü yapıyor. Nasıl ki Emmerich, Neo-Conların adamıydı, Cameron da Obama dönemine uygun bir filmci. ABD Başkanı, seçilmeden önce verdiği sözlerde ne kadar içten idiyse, o da ancak o kadar samimi.

Yani: “Mış gibi” yapıyor…. Güya çevreci, sözde barış yanlısı… Holivud, ABD dışı pazarları çok önemsediği için ABD’nin Orta Doğu politikasını eleştiriyormuş gibi davranıyor (zaten savaşı başlatan Bush’du; artık Başkan o olmadığına göre eleştiri serbest). “Rambo” modeli bir kahramanlık hikayesini artık kimse yutmadığı için, Rambo-Navi modelini yaratmış, güya Irak işgalini eleştiriyor (bunları söyleşilerde açıkça söylüyor zaten), bu sayede servetine servet katıyor: 3 Mart 2010 itibariyle filmin Kuzey Amerika hasılatı 711, diğer bölgelerdeki sinema gelirleri ise 1 milyar 840 milyon $!…

Yani: Cameron’ın uzun kolları tüm dünyada insanların ceplerine uzandı, umduğundan çok fazlası çıktı, haliyle devam edecek: Şimdilerde bir “Avatar” romanı yazıyor, ayrıca en az iki devam filmi çekileceğini açıkladı. Arkası da gelecek: “Terminator”da olduğu gibi, TV dizisi, video oyunları yapılacak, bu moda yıllara yayılırken yan ürünlerden de telif payı alacak. Tüm bunların nasıl bir servet oluşturacağını tahmin edemeyenler için, bu işlerin ağa babasından örnek vereyim: Lucas’ın “Yıldız Savaşları” serisinin yan ürünlerinden kazandığı para 1 milyar doları aştı... Lütfen dikkat, stüdyonun kazancından bahsetmiyorum, Lucas’ın şahsen elde ettiği gelir bu…

Üstelik sadece oyuncak ve benzerinden…

Şimdiki rüzgardan belli ki film, “Yıldız Savaşları”nı geçecek… Yani çocuklarımız “Avatar” oyunlarıyla büyüyecek, okul çantasında filmin logosu, duvarda afişi, yastığın üzerinde Neytiri bebeği olacak. Zihinleri böyle şekillenecek… Emperyalizm dünyaya verdiği zararı artırdıkça, “Keşke Pandora’da yaşasaydım” diyen iyi niyetli ama saf insanların sayısı da artacak, bu da satışları daha da yükseltecek.

Ama birileri çıkmış bu filmin anti-emperyalist olduğunu iddia ediyor.

Kalem sahiplerinin, hele de günlük gazetelerde yazarak on binlerce insana ulaşan sinema eleştirmenlerinin bu kadar cahil olmaya hakkı yok.

Çünkü anti-emperyalist sandıkları film, kültür emperyalizminin en görkemli “proje”lerinden biri.

Cameron’ın asıl bildiği de işte bu: Kültür emperyalizmi eski sömürge zihniyetine benzemez, çok daha güçlü ve pek bir sinsidir.

O kadar ki Truva atını kapının önüne bırakmakla kalmaz, alkışlarla içeri alınmasını da sağlar…

5 Mart 2010

5 yorum:

  1. Yazı içime su serpti, ruhumu ferahlattı çünkü filmle ilgili bazı yorumları okurken sanki başka bir boyuta ışınlanmışım, bir paralel evrene düşmüşüm gibi gelmeye başlamıştı. Tamam 3D'de rengarenk çiçekleri, uçuşan dağları ve kanatlı yaratıkları izlemek eğlenceli ama bir holivud filminden felsefi çıkarımlar yapmak? Milyonlarca doların konuşulduğu bir sektörden anti emperyalist falan filan bir iş beklemek?

    Ders notu olarak aldım, facebook profilimde paylaştım.

    YanıtlaSil
  2. Her ülke sinemasından olduğu gibi Holivud'dan da "manalı" film çıkar sevgili Şebnem, normaldir. Hatta Holivud'dan muhalif, sistem karşıtı eserler de çıkıyor, bu blogda analizi bulunan "Michael Clayton / Avukat" filmi gibi... "Avatar" onlardan biri değildi, ama öyle göründüğü için bazı insanları ve eleştirmenleri yanılttı.

    YanıtlaSil
  3. imajı kuvvetlendirmek için takılması istenen 3d gözlükler gibi, gizleneni gösteren "görüş"ler sunması açısından nefis bir yazı olmuş. İzlerken, farkındalığım olduğunu bildiğim ancak nasıl sistemleştireceğimi bilemediğim konularda dikkatimi nasıl yoğunlaştıracağımı aydınlatıcı bir yazıydı benim için.

    "Popüler"in iyi promosyon, bolca manüplasyon, belki (mez/dez)enformasyon ürünü olduğuna dair şüphelerim olduğundan çok mesafeli yaklaşır, pekçok iyi şeyi bu yüzden oldukça geç okur veya izlerim. Avatar'ı hala görmedim. Teknik olarak harika olduğundan şüphem yok. Ama artık öyle olması gerekiyor. 10 sene önce 128K'lık uydu bağlantısında yer istasyonumuzla ofis arasında kesik kesik görüntülerle ilk video bağlantısı kurulduğunda şampanya patlattığımızdan bu yana çok zaman geçti. Teknolojik altyapı hakkında hiç ilgisi olmayan (olması da gerekmeyen) insanların beklentileri çok yüksek. Visual ne kadar kuvvetli olursa, subliminal mesaj da o kadar kolay yutuluyor.

    Çocukken pazar kovboy filmlerinde hep kızılderililerin tarafını tutmuş "önyargılı" biri olarak filmi izlemiş olsam belki sana yaklaşık sonuçlara varırdım. Ama nasıl izleyeceğini bilen birinden dinlemek çok keyifliymiş.

    "Kötü" niyeti suçlamayı erken bıraktım. Ben sorumluluğu "tüketici"nin omuzlarına yükleyenlerdenim. Bilginin bu kadar ortada, kolay ulaşılır olduğu bir zamanda cehaletin ancak ve ancak seçim olabileceğine inanıyorum şimdi. Kolay ikna olan (kanan) herkesin kanmaya teşne olduğunu, üzülmektense imaja inanmayı seçtiğini düşünüyorum. Nasıl istiyorlarsa öyle yaşamak herkesin hakkı. Köle-efendi ilişkisinde efendinin varlığı kölenin kabulüne bağlı. Tamamen bilinçsiz olduğuna inanmıyorum artık.

    YanıtlaSil
  4. Güzel bir yazı olmuş elinize dilinize sağlık...
    Amerikan Kültür emperyalizmine karşı yenilgiyi kabul etmek yerine herkesin elinden geldiği kadar mücadeleye devam etmesi gerekiyor.

    Veli Erdem

    YanıtlaSil
  5. Merhabalar,
    Avatar ile ilgili her iki yazınız da fazlasıyla aydınlatıcı ve ders niteliğinde. Seyircinin maksatlı ya da taraflı yazılarla şekillendirildiği bir dönemde değerleri daha da artıyor iki yazınızın. Ben de Avatar filmini beğenmeyen ve hatta sinirlenen bir insanım. Sinemadan çok ticaretin böylesine hedeflendiği ancak bu kadar kötü gizlenilmeye çalışıldığı fazla da örnek yok. Benim dikkatimi çeken filme bilet alırken gördüğüm Türkiye için basılmış bir afişti. Afişin en üstünde kocaman harflerle " Titaniğin yönetmeninden " ibaresi vardı . Bunu önce komik buldum, sonra düşüğnünce aklıma bazı sorular geldi. Bu kadar tanıtımı yapılmış, üzerinde konuşulmuş bir filmi Türkiye de pazarlamak için dağıtımcı şirket hala " Titanic " filminden medet umuyorsa acaba bilet almasammı diye düşündüm. Malesef sezgilerimi dinlemeyp bileti aldım, girip filmi izledim. Hala sinirlerim tam anlamıyla yatışmış da değil :). En azından iki yazınız biraz rahatlamamı sağladı. Teşekkürler...

    YanıtlaSil