Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

21 Nisan 2015 Salı

Dörtlek zibidi

Madem çok yönlü bir kuşatma altındayız, prangaları çıkarıp atmanın tek yolu olabilir: Tuzağa düşmemek, yani “bilemeyiz” sözcüğünü baş tacı etmek. Adamı şahsen tanımıyorum, ben duymadım, gerçek mi bilemem vb cümleler, sakin bir duruş bize bir şey kaybettirmez. Ama özgürlüğün mutluluğunu getirir

Tamer Baran

5-6 gündür nasıl da çocuklar gibi şendik... Nasıl güzel eğlendik...

Fotoğrafta yer alan iletiye sosyal medyada verilen tepkilerden söz ediyorum.

Tanıdıklarımın çoğu, eğitimli, kültürlü, zeki insanlar; birbirinden yaratıcı yorumlar çıktı: “Karınızı bulamazsanız pasta yeyin”, “Karı fileto, avrat buğulama... şimdiden ağzım sulandı”, “Yemeyip yanında yatsak?”, “Sakın ekmekle yemeyin, Canan Karatay kızar”, “Sen beni yesen bile doymazsın ki aşkım” ve 40 yıllık mizahçılara yaraşır bir cümle: “Tip kayık, kafa yayık, ağız kızgın maşalık, Hocanın gölüne mayalık.”

Açık farkla en iyi yorum tiyatro sanatçımız Yücel Erten'den geldi: “İstediğimiz karımızdan başlayabilir miyiz?... Dörtlek zibidi!”* Bu 6 kelime bence tam bir başyapıt: Konuyu 4 eş meselesine ustaca bağlamış, bununla da yetinmeyip argo bir kelimenin ilk hecesini değiştirerek sözlüklere alınası, gelecek kuşaklara miras bırakılası güzellikte bir terim yaratmış... Bundan böyle özellikle o sıfat tamlaması, İslam'ı bilinçli/bilinçsiz çarpıtan, özellikle de dini maddi çıkarları için kullanan tüm kişilerin ortak adıdır benim için.

Malumunuz, güzel ülkemizde de bolca var o insan türünden...

Bazı insanlarsa üzüldüler veya hayat görüşlerini doğrulayan bir örnek olarak algılayıp mutlu oldular veya sinirlendiler o Şeyh'e.

Halbuki bu haberin gerçek olduğunu gösteren hiçbir şey yoktu. Fotoğraftaki kişinin Suudi Arabistan Başmüftüsü olup olmadığı, o ise, böyle bir fetva verip vermediği belirsizdi.

Ama haber Vatan, Sözcü, Radikal, Milliyet, Cumhuriyet gibi gazetelerde ve birbirinden farklı siyasi görüşlerin sitelerinde de yayımlandı: Turkcu-turanci.com, ilk-kursun.com, ulusalkanal.com.tr, haber.sol.org.tr gibi... Zaytung da tabii ki bu malzemeyi kaçırmadı, ülkemizdeki sözde din alimlerine de zekice selam çaktı: “Efendim bakınız Arapça'daki arf ve garf seslerinin yanlış tercümesinden ötürü... Bakın burada aslında 'velun mekelumun hicvin kâr' diyor... Kâr'ı yiyin diyor..." Tabii ki bu yayınlarda da onlarca okur, yukarda örneklediklerime benzer, içinde “sapık” gibi kelimelerin geçtiği yorumlar yaptı.

Velhasıl, çok eğlendik...

Oysa haberin yalan olduğu biçiminden belliydi (Nitekim uydurma olduğu kesinleşti). Propoganda amaçlı Holivud filmlerindeki Orta Doğu kökenli kötü karakterleri canlandıran oyunculara benziyordu fotoğraftaki adam. Söylediği iddia edilen cümle özenle seçilmişti, yüzbinlerce insanın tepki verebileceği cinsten bir aşırılık içeriyordu.

Yani: bir istihbarat örgütünün ürünü olduğu açıktı...

Uzmanından dinleyelim: “Psikolojik savaş; bir kişinin veya bir insan grubunun davranış, düşünce ve duygularını kontrol etmek, değiştirmek veya yönlendirmek, onları yılgınlığa ve umutsuzluğa sürüklemek için örtülü bir şekilde hedef kişi veya topluluğa, onların farkına varamayacağı bir şekilde (üstü kapalı olarak) uygulanan tüm yöntemlere verilen addır”. (Nurullah Aydın, Osmanlı İmparatorluğu'nda İstihbarat, Paraf Yayınları, s: 21)

Eğleniyoruz sanarken kurşun yiyormuşuz meğer...

Ondan da fenası: Bizi “yılgınlığa ve umutsuzluğa sürüklemeye” çalışıyorlarmış...

Peki bizi savaş mağduru yapan kimdi?

Perdenin arkasından bu kez İran çıktı... Fakat bu, sadece onların kullandığı bir teknik değil; bizim derin devletten İsrail'e, İngiltere'den ABD'ye başka ülke ve güç odakları da halkı “düşman” kabul edip ilginç araç ve yöntemlerle üzerimize taarruz ediyor.

Eğleniyoruz ama aslında dayak yemekten pestili çıkmış bir boksörden farkımız yok. Kimse havlu da atmıyor ringe... Sadece bedenimiz değil, zihnimiz, yüreğimiz de hırpalanmış olarak yaşamaya çalışıyoruz...

Bu yazı için yaptığım araştırma sırasında 9 Nisan günü haberi yayımlarken bazı gazetelerin kaynak olarak İran haber sitesi Al Aram'ı gösterdiklerini gördüm. Yani fail o gün bile belliymiş. Buna rağmen bazı basın organları sorgulayıp araştırmadan o haberi yayımlamışlar.

Tecrübeli editörler bu tuzağa düşerken, ne kadar eğitimli olursa olsun, sade vatandaş ne yapabilir?

Bu sorunun cevabı iki parçadan oluşuyor; ilki öğrenmek, bilmek, bilinçlenmek... Bu çok önemli. Çünkü: “Psikolojik harp teknikleri üst bilinci değil, alt bilinci hedeflediklerinden, siz farkında olmadan bilinçaltınız, verilmek istenen asıl örtülü mesajı algılar ve bu örtülü mesajlar uzun vadede davranışlarınızı, fikirlerinizi, duygularınızı, etkiler ve yönlendirir.”

İşte böyle bir kölelikten söz ediyoruz.

İçinde bulunduğumuz cezaevinin tuğlaları ise tanıdık: “Psikolojik harp; yazılı ve görsel basın, internet, sinema filmleri ve kitaplar gibi araçlarla uygulanır.”

Madem çok yönlü bir kuşatma altındayız, prangaları çıkarıp atmanın tek yolu olabilir: Tuzağa düşmemek, yani “bilemeyiz” sözcüğünü baş tacı etmek.

Adamı şahsen tanımıyorum, ben duymadım, gerçek mi bilemem vb cümleler, sakin bir duruş bize bir şey kaybettirmez.

Ama özgürlüğün mutluluğunu getirir...

Ve açık zihinle bakabiliriz çevremize.

İşte o zaman gerçeği görme imkanına kavuşabiliriz: İran'ın kendini savunmaya çalıştığını düşünen uzmanlar var.

Ne alaka?

Pazarlıklar sürüyormuş, iki ülke anlaşırsa Türkiye Suriye'ye karadan girecek, Arabistan havadan vuracakmış.

*Sosyal medyada paylaştığı cümleyi sayın Yücel Erten'den izin alarak kullandım.

Açık Gazete, 15 Nisan 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder