Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

4 Aralık 2009 Cuma

Cinselliğe hüzünlü ve komik bir bakış: “Seks Hakkında..."

Bunlar olurken film diyaloglardan öykünün gelişimine, öyküleme tekniğinden mizansene (koyunun üstündeki jartiyer!), kamera açılarına varıncaya dek tüm öğeleriyle popüler aşk filmlerine yüklenmiş, hallaç pamuğu gibi atıyor

Woody Allen’ın 1965’de girdiği sinemada, senarist ve oyuncu olarak katıldığı birkaç filmin ardından, kendisinin yazdığı, yönettiği ve oynadığı “Take the Money and Run-Parayı Al ve Kaç” (1969) ve “Bananas-Muz”dan (1971) sonraki filmi “Seks Hakkında..." Woody Allen sinemasının pek çok özelliğini barındıran, ilginç, dikkate değer bir çalışma. Yapıldığı dönemde popüler olan aynı isimli rehber kitaptan alınma, “Anal seks nedir?”, “Neden bazı kadınların orgazm sorunları vardır?” gibi bölüm başlıklarıyla sunulan 7 öyküden oluşuyor film. Öykülerin ortak özellikleri ise her birinin popüler sinemanın temel türlerinden birini hicvetmesi. Her küçük film sinemada yaygın kullanılan kimi trüklere, numaralara, durum ve diyaloglara göndermelerle dolu.

Sonraları ZAZ ekibinin filmlerinde gördüğümüz bu komedi biçiminin çok erken bir örneği “Seks Hakkında...” (Popüler sinemayı hicveden filmlerle tanınan, bu komedi anlayışının öncü ustası Mel Brooks ise ilk filmi “The Producers-Yapımcılar”ı 1967’de, “The Twelve Chairs”ı 1970’de yapmıştı. Brooks ve Allen’ın, popüler sinemayla dalgalarını geçtikleri ilk filmleri arasında yalnızca 2 yıl vardı.) ZAZ’ın ortalarda olmadığı, Mel Brooks’un henüz iki film yaptığı bir dönemde, sonradan çok yaygınlaşacak “absürd komedi” türünde bir örnek vererek popüler sinemayla hesaplaşması, Woody Allen’ın ustalığının bir başka göstergesi.

Ve tabii ki Woody Allen her bir öyküsünde çağdaş toplumun cinsellikle ilgili garip tutumuna, alışkanlık ve zaaflarına parmak basıyor; giderek filmi, görkemli bir toplumsal eleştiri yapıtına dönüştürüyor. Ayrıca filmin, içeriği bakımından, 22 yıl sonra da taptaze duran, öneminden hiçbir şey yitirmemiş bir çalışma olması da Allen’a duyduğumuz saygıyı arttırıyor.

“Seks Hakkında...” Allen filmografisindeki yeri bakımından ilginç bir noktada duruyor. Yönetmenin artık salt komedi filmleri yapmak istemediği, bilinen çizgisini derinleştirme, sonraki filmlerinde açıkça göreceğimiz tarzını oluşturma çabasında olduğu bir dönemde yapılıyor. 50’li yıllarda skeç yazarı, 60’larda stand-up komedyen olarak tanınan Woody Allen, komediyi temel alan tarzını ilk iki filminde de sürdürmüş, ama artık komik olmaktan sıkılmaya başlamıştır. “Komedyen” imajı onu bıktırmıştır, çünkü o çağının ve toplumunun sorunlarını görebilen bir aydındır artık. Filmleri eleştirilerle, entelektüel soru ve sorunlarla örülüdür; “gülmek ve güldürmek” değil “düşünmek ve düşündürmek” daha önceliklidir Allen için. Doğal olarak da seyircisinden düşünmesini, yer yer gülse de, Allen’ı öncelikle bir komedyen olarak görmekten vazgeçmesini bekler (Bu tavrını sonraki filmlerinde de hep sürdürecek, Woody Allen filmlerine “komik oldukları” için gitmekte ısrar eden seyirciye, “Zelig” ve “September-Eylül” gibi şok yanıtlar verecektir.).

Seyirciyi baştan uyarıyor
Filmin bir başka önemli özelliği, kendi tarzının seyirciyle kurduğu ilişkiye, -sonradan “Stardust Anıları” gibi filmlerinde de getireceği (O filmde artık komedi yapmak istemeyen yönetmene, “halkın kendisine bayıldığı” söylendiğinde, şu yanıtı verir : “Bugün bayılıyorlar... Yarın burnumu kırarlar...”) eleştirilerin ilk örneğini verdiği film olması. Zaten Allen da filme kendisinin komediyle, seyircinin Allen tarzıyla ilişkisini irdeleyen bir öyküyle başlıyor ve daha ilk dakikalarda filmin tümünü “doyasıya güleceği inancıyla” izlemeye başlayan seyirciye bir uyarı getiriyor: “Komik olmamı beklemeyin. Bana komik gelen şeyleri siz anlamıyorsunuz; sizin komik bulduklarınızsa bana hüzün veriyor.” Allen’ın açıkça cümleleştirmediği bu tavrı “Afrodizyaklar işe yarar mı?” başlıklı ilk bölümde öyküsü anlatılan soytarının, seyircisiyle (saray halkı, Kral, Kraliçe ve diğer yöneticiler) ilişkisinde gizli. Ortalama seyircinin komedi anlayışının çok üzerinde ürünler veren (“Kralın formunu korumak için yeni bulduğu egzersizi çok sevdim. Adına ‘Köylü Vergisi’ diyorlar”), bu yüzden anlaşılamayan, toplumsal eleştiri de içeren esprileri yanlış yerde dile getirdiği için öfke toplayan soytarı/komedyen, Woody Allen’in ta kendisidir. Zaten öykünün sonunda, kendisinden bekleneni, “eğlendirme” işini yapmayıp düşünen, düşündüğünü söyleyen ve iktidarı eleştiren espriler yapan soytarının başı kralın emriyle kesilir; yani “komedyen” ölür. Sonraki 6 öyküde, onlarla iletişim kurmak adına ödünler (“Fransız kralının yürüyüş taklidi”) verdiği seyircisi de sahip çıkmadığı için ölüme mahkum olan “komedyen”i değil, seyircisini pek umursamayan, “anlayan anlar” tavrını benimsemiş “sanatçı”yı izleriz.

Böyle bir anlayışın ürünü olan, komedyenlikten sıyrılma çabasındaki bir sanatçı tarafından yapılmış bir film tabii ki katıla katıla güldürmeyecektir izleyicisini. Tersine, filmi “komedi” olarak algılamak ve güldürmediğini belirterek eleştirmek haksızlık olur. Çünkü Allen için aslolan, sorduğu sorular, kurduğu cümlelerdir; bunlar olabileceği kadar, olmasını uygun gördüğü derecede komiktirler ve açıkçası izleyicinin bunlara gülüp gülmediği çok da umurunda değildir.

“Seks Hakkında...”da Allen, metnini örerken çoğunlukla “tamamlayıcı” bir öğe olarak kullandığı komedi ile buluştuğunda, bu buluşmanın biçimi bize hitap ediyorsa, bizim algılamalarımıza yakın düştüğü yerde gülüyoruz.

Sonuçta film yeterince komik değilse, bu durum tüm bu nedenlerin yanında, bir de şu nedenle doğaldır: Filmin temelinde kaba bir komedi anlayışı değil, çok zeki bir adamın ürettiği hayli incelikli bir espri anlayışı yattığı için daha dar bir kesime hitap etmesi kaçınılmazdır.

Yine de epeyce komik sahne, hayli yüksek sayıda komedi öğesi var filmde. Woody Allen sıkı bir mizahçı; güldürmeyi hedeflediğinde, ıskalamıyor. “Seks Hakkında...” özellikle popüler sinemaya gönderme yaptığı bölümlerinde sıkı bir mizah potansiyeli barındırıyor.

İlk bölümün hedefi Shakespeare’in ünlü eseri "Hamlet". Soytarı kendi kendine konuşurken önce ünlü “Olmak ya da olmamak” tiradına gönderme yapıyor Allen, ardından “Rosencratz ve Guilderstern de öldüler” cümlesiyle açık bir ipucu veriyor. Allen’ın temel yöntemi çok bilinen, artık klasikleşmiş bir biçimi aynen alıp, küçük bir dokunuşla, minik gibi görünen bir fırça darbesiyle işin özünü tamamen değiştirmek. Örneğin Prens Hamlet’i saray soytarısı yapıyor. Dehşetli bir cinsel açlık çeken, Kraliçe’yle birlikte olmayı düşleyen Soytarı'nın öyküsü akıp giderken, insanların karşı cinsten birini elde etme uğraşlarının anlamsızlığı üzerine de bir eleştiri getiriyor, “afrodizyak” öğesiyle. Nice uğraşlarla -hatta bir koruma aracı olan mızrağı bile kullandırarak- soytarıya açtırdığı bekaret kemeri aracılığıyla da, erkek egemen düşünce sistemini iğneliyor.

Aynı küçük fırça darbesi ve eleştirel tavır “Anal seks nedir?” başlıklı bölümde de sürüyor. Karşımızda tipik bir aşk öyküsü, Amerikalıların “boy meets girl” (Erkek kıza rastlar) dedikleri cinsten bir film var; ama erkek bu kez bir koyuna rastlıyor. Böyle başlayan öykü popüler sinemanın kullandığı tüm sinemasal numaralarla bezeli, tipik bir aşk filmi olarak sürüyor. Adam artık karısıyla beraber olamıyor, karısı tarafından zina halinde bastırılıyor, sevgilisi uğruna her şeyi kaybediyor, “yoksuluz ama aşkımız bize yeter” muhabbetine geliniyor vs... Bunlar olurken film diyaloglardan (“Ömrüm boyunca bulamadığım rahat ve huzuru seninle buldum”), öykünün gelişimine, öyküleme tekniğinden mizansene (koyunun üstündeki jartiyer!), kamera açılarına varıncaya dek tüm öğeleriyle popüler aşk filmlerine yüklenmiş, hallaç pamuğu gibi atıyor. Doktorun koyun sevgilisine kolye armağan ettiği; elbisesindeki yünden ve kokusundan aldatıldığını sezen karısını, olayı yadsıyarak aldattığı; otelde oda servisine şampanya, havyar ve ot siparişi verdiği ya da filmin sonunda, artık her şeyini ve sevgilisini de kaybetmiş birisi olarak sokaklarda perişan yürüyüp kaldırım köşelerinde “yün yumuşatıcısı” içtiği sahneler, popüler sinemaya getirilmiş en yaman eleştirileri içeriyorlar.

İtalyan Woody
“Neden bazı kadınların orgazm sorunları vardır?” başlıklı bölümün ilginçliği Woody Allen’ın bir İtalyan’ı canlandırması ve filmin dilinin İtalyanca oluşu. Çünkü Allen bu bölümde popüler sinemanın bir başka dalını, erotik filmler ya da soft porno diye adlandırdığımız türü hicvediyor. Bu yüzden de bu bölümde, İtalyan sinemasının bolca örneklediği erotik filmlerde olduğu gibi, bir anlam taşımaktan çok, karakterlerin olur olmaz yerlerde sevişmelerini sağlamaktan, iki sevişme arası dolgu malzemesi olmaktan öte bir önemi olmayan bir öykü kullanmış. Yalnız öyküsüyle değil, yine tüm sinemasal öğeleriyle, erotik filmlerin kullandığı trükleri bolca kullanarak erotik filmleri hicvederken, toplumsal eleştiriyi de yedekliyor: Kendi canlandırdığı karakter aracılığıyla -her halde İtalyanların simgelediği- maçoluğu eleştirirken (Fabrizio herkesle, olur olmaz her yerde özel yaşamını konuşur, “içine koymadan önce onu okşuyor musun?” gibisinden argo konuşmalar gırla gider, cinsel organının küçük olabileceğini söyleyen arkadaşına “Fransız francalası kadar” yanıtını verir vb.), insanların böyle bir sorunda bile kiliseye görüş sormaları (ve kilisenin de buna yanıt vermesi!) ya da cinsel doyum için vibratör kullanılması gibi tuhaflıkları da sergiliyor. Tabii bu eleştiriler, yalnız İtalya’da değil, tüm gelişmiş ülkelerdeki toplumlara...

“Travestiler eşcinsel midir?” başlıklı bölüm ise, Holivud aile filmi yapısında ama, bununla yetinmeyip, çeşitli türlerdeki binlerce filmde gördüğümüz aile biçimini eleştiriyor, Holivud’un en büyük yalanlarından olan “sorunsuz, mutlu, kenetlenmiş aile” balonunu patlatıyor. Çocukları evlenecek olan iki ailenin karşılaşma, tanışma, samimi olma çabalarının, epeyce iğneleyici bir tavırla sergilendiği bu bölüm, -tipik bir Holivud anlatım biçimi olan- “yatak odasında aile meselesi konulu toplantı” sahnesiyle doruğa çıkıyor. Evlilik denen kurumun trajik yapısı, kadın giysileri içinde yakalanan adama karısının söylediği, “Bana anlatsan anlardım. Bana gelip, ‘Benim hasta bir kafam var, ben bir sapığım. Artık normal, ahlaklı insanlarla uyum sağlayamıyorum.’ deseydin, sana yardım ederdim” gibisinden cümlelerle açığa çıkarılıyor. Allen bu kez de, yüzlerce filmde gördüğümüz bu diyalogları filmine koyarken, karı-kocanın yatak odasında konuştuğu sorunu değiştirerek sonuca gidiyor.

Bunca araştırma ve deneye ne gerek var?
Diğer bir bölümde ise, cinsellikle ilgili araştırma ve deneyler yapan doktorlara yöneltilmiş eleştiriler var. Ereksiyonun yaydığı ses dalgaları ya da sık mastürbasyon yapmakla politikaya atılmak arasındaki ilişki gibi bir sürü komik araştırma konusu serpiştirdiği öyküsünde Allen açıkça, “Neden bunca kurcalıyoruz tüm bunları? Cinsellikle ilgili bazı şeyler bilinmese de olur” mesajını veriyor. Bu bölümün dalgasını geçtiği tür ise -çoğunlukla bilimsel bir sosla birlikte servis edilen- popüler gerilim filmleri. Bilimsel çalışmalar sonucunda yaratılan dev meme, türün Frankenstein’dan gelen geleneğine; memenin, toplum için ciddi bir tehdit unsuru olarak ortalıkta dolaşıp, -gerilim filmlerinde hep olduğu gibi- arabada öpüşen genç çiftlere falan saldırması ise King Kong’dan sonra adamakıllı zıvanadan çıkan bir tür çağdaş gerilime (dev fareler, yılanlar, örümcekler vb.) eleştiri. Bu arada Allen bu tür filmlerin temel kahramanlarına çok benzer bir karaktere soyunmuş, onların söylemiyle “Memelerle nasıl başa çıkağımı bilirim” gibisinden cevherler yumurtluyor. “Kahraman” erkeğin, bir sorunu çözmeye uğraşırken fıstık gibi bir kızla karşılaşması, kızı ciddi bir tehlikeden kurtarması ve tabii ki birbirlerine aşık olmaları, meme alt edildikten sonra gelen o günbatımı sahnesi vb. trükler ise yalnız gerilim filmlerini değil, macera, polisiye gibi diğer kimi popüler türleri de hicvediyor. Polisin, “Bir tane daha olmadığından emin misiniz? Genellikle çifter çifter dolaşırlar da” diyaloğu ise, tabii yalnızca espri olsun diye konmamış; devam filmlerine iğneleyici bir selam yolluyor Allen.

“Seks Hakkında”yı oluşturan öykülerden biri, popüler sinemayı değil, TV’yi hicvediyor. Renkleri ve kamera açılarıyla, tümüyle, “izleyicinin gözünden televizyon” bakışıyla çekilmiş bu bölüm, bir reklamla başlıyor. Woody Allen’ın, reklamları hicveder, mucizevi ürünlerden medet umanlarla dalga geçerken, eşcinselliğe de dokundurması boşuna değil, çünkü bu bölüm “sapıklık"ları konu alıyor.

TV’nin çağdaş toplum içindeki yerini eleştirirken Allen yine aynı yöntemini sürdürüyor: Arka jenerikte, bu bölümde rol alan oyuncuların adları karşısında “Himself” (kendisi) yazmasından da anlaşıldığı gibi, ABD’de popüler olan bir programı hafif değiştirerek filminde kullanıyor. Olasılıkla -Uygar Şirin’in bulduğu gibi- “What’s My Profession?” (Mesleğim ne?) isimli program, küçük bir sözcük oyunuyla “What’s My Prevertion?” (Sapıklığım ne?) biçimine dönüştürülmüş. Bu küçük fırça darbesinin yarattığı etki ise müthiş...

Daha önemlisi ise Allen’ın, 1972 yılında, yani TV’nin toplumda bugünkü yerini henüz almamış olduğu bir dönemde, bu önemli olguyu böyle güçlü bir şekilde hicvetmesi. Komediden çok eleştiri ağır basıyor bu bölümde de; karşımızda bir kez daha bir komedyen değil, gördüklerinden hüzünlenen, artık “gülüp geçemeyen” bir sanatçı var. (Siz, Türkiye TV’lerindeki dedikodu programlarına, “reality show” adıyla bilinen o garipliklere gülebiliyor musunuz ki?..)

Gülemeyen güldüremez
“Gülemeyen” biri güldürebilir mi?

Yine de güldürebiliyor. Hele son bölümde, katıla katıla gülmemek mümkün değil.

Bilim-kurgu filmlerinin havasını taşıyan bu bölüm öncekilerden daha farklı. Bu kez, 6 öykü boyunca gördüğümüz her şeye dahil olan bir alana, çok özel bir bakış atıyoruz. Allen erkek vücudunu, sayısız insanın çalıştığı kocaman bir fabrika, “bir uzay gemisi” gibi ele almış, tipik bir flört ve sevişme ilişkisini anlatıyor. Yine bilimsel araştırmalarla dalgasını geçen bir üslubu var; sanki “o anda vücudumuzda neler olduğu kimin umurunda?” diyor. Ortada çok hoş bir fikir var tabii ki, ama bu bölümün asıl üstünlüğü, hemen her anında ya bir espri ya da bir gönderme olması: Vicdan bölümü görevlisinin sabotaj sırasında yakalanması; beyin bölümündeki yöneticinin “Uzay Yolu”nun ünlü siması Kaptan Kirk’e benzerliği; “kaldırma” bölümünde çalışanların, maden işçilerini andırır havaları; birlikte eski Amerikan korsan/deniz filmlerindeki kürek mahkumları ya da denizcilerin söyledikleri şarkıyı söylemeleri; “Eli bacakta kalsın” gibisinden “askeri!” komutlar... vb. Hele spermlerin göründüğü sahneler olağanüstü. Woody Allen bu bölümde, yüzüne sığmayan gözlükleriyle komik, hüzünlü, mutsuz, kaygılı, sarsak bir sperm rolünde (“Ya mastürbasyon yaparsa? Tavana yapışma riski var”). Tüm spermler Holivud savaş filmlerindeki gibi çekilmiş sahnelerde kendi aralarında “görevi” konuşur, “vatan, millet, yüce devlet” muhabbeti yaparken o, su koy vermeye çalışıyor. Savaş filmleri göndermesinin altı adamakıllı çizilmiş: Spermler, askeri tarzda, coşkulu sloganlarla, uçaktan paraşütle atlar gibi boşaltılırken, fonda sürekli bir uçak motor sesi duyuluyor.

Bu yoğun bölümde geçen bir başka alt metin çağdaş dünyada cinselliğin geldiği “tuhaf” noktayı göstermesi açısından ilginç: Zavallı sperm başına ne geleceğini bilememektedir artık. 50 yıl önce olsa, bir yumurta ile karşılaşacaktı... Oysa bugün -kendisinin de tek tek sıraladığı gibi- gebelik önleyici haplar tarafından yok edilme, kalın prezervatif duvarına çarpma, “tavana yapışma” gibi çeşitli seçenekler var. İçinde bulunduğu “ölümlerden ölüm beğen!” konumunun bir başka kötü tarafını da yüzünü buruşturarak söylüyor spermcik: “Ya eşcinsel ilişkiyse?..”

Bu bölüm, başarılı seks deneyiminin ardından, kadın “orgazm sigarası” yakarken, beyin bölümünde kutlama partisi verilmesiyle sona eriyor. Filmin son diyalogunun, “Kaptan Kirk” ağzından verilen “Rekora gidiyoruz” olması da, Allen’in erkeklerin cinselliğe yaklaşımındaki çarpıklığa bir başka eleştirisi.

Görüldüğü gibi “Seks Hakkında”, öncelikle popüler sinemaya ve “cinselliğe”, daha doğrusu çağdaş toplumda cinselliğin konumuna getirdiği eleştiri ve hicivler açısından önemli bir film. Bunların yanı sıra, din (Fabrizio’nun rahibe danışması, kilisenin, “Bu konuda yapabileceğin bir şey yok; zevk almaya bak!” yollu uzlaşmacı tavrı; aynı bölümde “fantezi mekanlar”dan biri olarak günah çıkarma kulübesinin geçmesi; TV programına konuk olarak katılan ve fantezisini anlatan seyircinin bir din adamı olması; son hikayede “vicdan” bölümünde çalışan sabotajcı din görevlisi) ve Yahudilik (TV programındaki haham; sonunda yazgısına boyun eğen spermin kendisini, sevişilen kadının Yahudi olduğunu düşünerek avutması) gibi tipik Woody Allen temaları da işleniyor filmde.

Kahkaha yerine kaygı
Yine de “Seks Hakkında” en çok Woody Allen’ın yaşama bakışını sergilediği ilk film olmasıyla önemli. Sanatçının başta belirttiğim, “gülmek”ten çok “düşünmek”ten yana olan tavrının belirgin örnekleri görülebiliyor filmde. Yaşama belli bir uzaklıktan bakan, sorular soran, düşünen ve daha önemlisi “kaygılanan” bir yaratıcının ürünüdür “Seks Hakkında”... Örneğin, karısını tatmin etmeye çalışan İtalyan’ın, yatak odalarında vibratörü prize taktığı bölüme bakalım. Vibratör kaçak yapıyor, kıvılcımlar, patlamalar... Allen vibratör nesnesiyle, elektrik kaçağı esprisinden daha güzel, daha komik bir şey bulabilecek yetenekte bir sanatçı; ama bunu aramıyor bile. Çünkü amacı, vibratörü kullanarak espri yapmak değil, kafasındaki soruyu ortaya atmak: “Neden kadınlar, cinsel doyum için, mastürbasyon gibi bir olanak da varken, vibratör kullanıyorlar? Nasıl oluyor da insanlar, elektrikli bir aleti cinsel organlarının içine sokabiliyorlar?” Woody Allen’ı ilgilendiren işte bu noktadır: Yaşamı, insanları izlemekte ve “Nasıl, neden?” sorularını sormaktadır. Bu anlamda, komediyle ilişkisi azalmak zorundadır zaten. Çünkü komedi, “Bakın şu olan şey ne kadar komik!..” der; Woody Allen ise, “Bu olan şey neden böyle?” sorusundadır; filmlerinde alttan alta, “Tanrım, nasıl oluyor da...” sorusunu, tavrını, kaygısını görmemiz boşuna değildir.

Bu tavrın pek çok örneği var “Seks Hakkında”da. Örneğin son bölümde, içinde olup bitenlerin anlatıldığı vücudun sahibi olan erkek, bir kadınla, bir İtalyan restoranında yemek yemiştir, birbirlerinden hoşlandıkları yemek sırasında açığa çıkar, dolayısıyla ikisi de ilişkinin son perdesini oynamaya geçerler: Araba içinde sevişme... Tüm bunların Amerikan toplumunda belli bir kesimden insanlar için bir ilişki modeli, bir ritüeller bütünü olduğunu bilerek düşündüğümüzde, Woody Allen’ın “ince” esprileri yerli yerine oturuyor: “Ne garip: Bir takım ritüelleri var bu işin ve herkes bunlara göre davranıyor. Ne garip: hiç uygun olmadığı halde, sevişme öncesinde İtalyan restoranına gidip, makarna, sığır pirzolası gibi tuhaf şeyler yiyorlar. Ne garip: Bir otele, kadının ya da erkeğin evine gitmek yerine, çok aceleleri varmış gibi arabada sevişmeyi yeğliyorlar. Ve neden ikisi de niçin orada bulunduklarını bildikleri halde, bunu gizlemeye çalışıyorlar. Bu iki insanın -ve benzeri binlercesinin- kendi içlerinden geleni yapmak yerine toplumda kabul görmüş belli bir biçimi aynen uygulamaları sizce de garip değil mi?”

Aynı tavır sinema konusunda da sürüyor tabii. Popüler sinemaya getirdiği tüm eleştirilerde, alttan alta aynı sorular var: “Neden bu erotik filmlerde, herkes olur olmaz yerlerde sevişiyor? Neden mutlaka “kutsal mekanlarda”, örneğin kilisede sevişiyorlar? Bunun bilinçaltımızdaki karşılığı nedir?” gibi...

“Monsieur Verdaux” komik miydi?
Sonuç olarak “Seks Hakkında” yaratıcısının tüm özellikleri göz önüne alınarak, Allen’ın “Parayı Al ve Kaç”tan “Manhattan Murder Mystery-Bir Cinayet Sırrı”na kadar yaptığı tüm filmlerle birlikte değerlendirilmesi gereken bir çalışma. Bu filmi 22 yıl sonra izlerken, "Zelig", "Annie Hall", "Stardust Anıları", "Manhattan", "Another Woman-Bir Başka Kadın" ve "Crimes and Misdemeanors-Suçlar ve Kabahatlar"i anımsıyorsak, bir Woody Allen filminden bahsederken, “komedi” kavramını daha dikkatli kullanmak gerektiğini anlamış olmalıyız "Stardust Anıları"ndaki, herkesin eskisi gibi komik filmler yapmasını beklediği -Allen’ın oynadığı- yönetmen, “Artık komik filmler yapmak istemediğini, çünkü artık gülemediğini, çevresine baktığında yalnızca acı çeken insanlar gördüğünü” söyler. Dolayısıyla Woody Allen’ı, komediyle başladığı yönetmenliğinde, zaman zaman tekrar komediye dönüş yapsa da, farklı, daha özel bir çizgiye oturmuş ve dram alnında da kendini kanıtlamış bir yönetmen olarak değerlendirmemiz gerekiyor. Yoksa "Stardust Anıları"nda “komedi filmlerinin unutulmaz yönetmeni”nin yeni filmine, “Neden bütün komedyenler sonunda duygusal ve sıkıcı oluyorlar?” sözleriyle tepki veren seyirciden farkımız kalmaz.

Kaldı ki “Monsieur Verdaux”yu izledikten sonra, “Charlie Chaplin artık güldüremiyor” demek hoş bir şey olmasa gerek...
Antrakt, Sayı: 33, Haziran 1994

Everything You Always Wanted to Know About Sex (But Afraid to Ask)/ Seks Hakkında Öğrenmek İstediğiniz (Ama Sormaya Çekindiğiniz) Her Şey
Senaryo ve yönetim:
Woody Allen (David Rueben’in kitabından hareketle); Yapımcı: Charles H. Joffe; Görüntü yönetmeni: David M. Walsh; Müzik: Mundell Lowe; Kurgu: Eric Albertson; Oyuncular: Woody Allen (Victor, Fabrizio, Soytarı ve gözlüklü sperm), John Carradine (Doktor Bernardo), Lou Jacobi (Sam), Anthony Quayle (Kral), Lynn Redgrave (Kraliçe), Louise Lasser (Gina), Gene Wilder (Doktor Doug Ross); 1972 ABD yapımı; 87 dakika; Dağıtımcı firma: UIP; Gösterim tarihi: 22 Nisan 1994

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder