Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

15 Ocak 2010 Cuma

Güleriz ağlanacak halimize

İsviçre filmi “Umuda Yolculuk”un Oscar kazanması ulusal gururumuz oldu. “Dış kapının mandalı” denebilecek bir ödüle bunca sevinmemiz, nasıl bir kompleksin sonucu olabilir?.. Bu başarıyı bunca abartmanın gerisinde, bu düzeyde başarılarımız olmadığı düşüncesi yatıyor olsa gerek

İsviçreli yönetmen Xavier Köller’in yasadışı yollarla İsviçre’ye sığınmaya çalışan bir Türk ailesinin öyküsünden yola çıkarak kotardığı “Journey of Hope-Umuda Yolculuk” filminin, “Cyrano de Bergerac” gibi bir “dev”i eleyip Oscar kazanması, sevgili basınımızı (ve TRT’mizi) sevince boğdu. Oscar haberlerinin yayımlandığı 27 Mart günü gazetelerde, “Anadolu’dan göçe Oscar” (Cumhuriyet), “Oscar’lı Türkler” (Milliyet), “Müthiş başarı” (Sabah), “Oscar Maraş’tan geçti” (Güneş) gibi başlıklara rastlandı. Tüm gazeteler haberi birinci sayfadan verdiler ve “Umuda Yolculuk”un Türk sanatçılarıyla söyleşiler yaptılar. Aynı gün Cumhuriyet filmin başrol oyuncusu Nur Sürer, senaryo danışmanı Feride Çiçekoğlu ve film danışmanı Onat Kutlar’la yapılan söyleşileri yayımladı. Sabah, “Özal’ın Amerika ziyareti ile başlayan keyifli gelişmeler Türkiye ağırlıklı bir filmin Oscar alması ile doruğa çıktı” üst başlığıyla ve 5 sütün üstünden verdiği haberin yanı sıra, Nur Sürer ve Emin Sivas’la yapılmış söyleşilere yer verdi. Güneş, birinci sayfasından girdiği, 2. sayfasının tümünü ayırdığı haberinde, Oscar’ları dağıtan Akademi’nin “Cyrano de Bergerac” yerine “Umuda Yolculuk”a ödül vermesini “Üçüncü Dünya ülkelerinin sorunlarına göz kırptığı” şeklinde yorumladı. Haberi vermekle yetinmeyen Milliyet, Nur Sürer’i gazete çalışanlarıyla birlikte kutlama pastasını keserken gösteren bir fotoğrafı da birinci sayfasında kullandı… Gazetelerde öyle bir hava vardı ki, bilmeyenler futbol takımımızın İngiltere’yi 8-0 yendiğini sanabilirdi…

O gün, yukarda aktardığımız tüm bu haberleri, yorumları görünce sözcüğün tam anlamıyla “şoke” oldum. Yoo, beni şaşırtan “filmimizin” Oscar alması değildi, “ağlanacak halimize gülüyor olmamıza” şaşırmıştım…

Ağlanacak haldeydik çünkü film kamuoyuna yansıtılmaya çalışıldığı gibi “bizim filmimiz” değildi. İsviçreli bir sanatçının bir gazete haberinden yola çıkarak düşündüğü, yazdığı, yönettiği bir filmdi. Evet, Türk oyuncular rol almış, Türk sanatçıları danışmanlık yapmıştı, öykü bir Türk ailesinin başından geçiyordu, filmin bir bölümü Türkiye’de çekilmişti… Ancak tüm bunlar bir filmi Türk yapmaya yetmezdi… (Alan Parker’ın Japonların öyküsünü anlattığı, Japon oyuncuların rol aldığı filmi “Come See the Paradise-Gel Cenneti Gör”e “Japon filmi” denemeyeceği gibi…) Bu yılki Oscar bir İsviçre filmine verilmişti ve herhalde ülkemizden başka hiçbir yerde “Helal olsun şu Türklere; nasıl da Oscar aldılar,” denmiyordu.

(Bir filmin başarısında ele aldığı konunun, oyuncuların, danışmanların da payı vardır hiç kuşkusuz; ama tüm başarıyı Sürer, Çiçekoğlu, Kutlar ve Sivas’ın çalışmalarına indirgemek, başta filmin yönetmeni Köller olmak üzere film ekibinin, “Türk olmayan” üyelerine haksızlık olur. Söz konusu olan “oyuncu”nun başarısıysa, o başarının arkasında oyuncuyu o role seçen, filme hazırlayan ve en önemlisi çekim sırasında yöneten yönetmenin başarısının olduğunu unutmamak gerekir…)

Ağlanacak haldeydik, çünkü gazeteler olayın boyutlarını abartmakla kalmamışlardı, kimi gerçekler de kaşla göz arasında değişivermişti. Senaryoya danışmanlık yaptığını ve kimi araştırmaları üstlendiğini kendisi dile getiren Feride Çiçekoğlu’nun senaryoyu Köller’le birlikte yazdığı ısrarla belirtiliyordu. Bu abartma işi öyle abartılmıştı ki, Çiçekoğlu’yla yapılan bir söyleşiyi yayımlayan bir gazete, “Umuda Yolculuk”un senaryosunu Çiçekoğlu’nun yazdığını belirtiyordu. Gazetenin tavrı bu kadarla da kalmıyor, Çiçekoğlu’nun “Bu ödül çok abartıldı” sözlerini başlık yaparak sunduğu haberinde -sanatçımızı yalanlamaya çalışırmış gibi- Oscar’ın ne kadar önemli bir ödül olduğu anlatılıyor ve -kulaklarınıza inanamayacaksınız- “Geçen yıl da yönetmenliğini Tunç Başaran’ın yaptığı ‘Uçurtmayı Vurmasınlar’ adlı filmiyle Oscar’a aday olan senarist Feride Çiçekoğlu…” ibaresi kullanılıyordu. (Günaydın, 28 Mart)

(İlgilenenler bilirler, geçen yıl “Uçurtmayı Vurmasınlar”ın Oscar’a aday gösterilmesi için epey çaba harcanmış, ancak Başaran’ın filmi En İyi Yabancı Film dalında aday gösterilen beş eser arasına girememişti. Girmiş olsaydı bile yalnızca bu dalda aday olabilecekti. Bu durumda Çiçekoğlu’nun “Oscar’a aday olduğunu” söylemek, -cahillikten kaynaklanmıyorsa eğer- çarpıtmanın kötü bir biçimi oluyordu.)

İşin ilginci filmin bize en çok ait olan yanından pek söz edilmiyordu gazetelerde (İlk gün yalnızca Güneş’in yer verdiği olay kimi gazetelerde ertesi gün yer aldı). Ülkemiz, filmin en çok “konu”suna katkıda bulunmuştu oysa. O sekiz çocuklu aile bizdendi, karlı dağlarda donarak ölen o çocuk bizimdi… Çocuğun ölümü ülkemizde herhangi bir olay olarak karşılanırken İsviçre’de kamuoyunu meşgul etmişti. Türk sineması konuyla ilgilenmezken haber yönetmen Köller’in ilgisini çekmişti… Bu durumda, olayın haberini “küçücük” yayımlayan basının, Oscar’ın haberini ballandıra ballandıra vermesi hayli ilginçti. Acınacak haldeydik; öldürdüğümüz çocuğa sahip çıkmıyorduk da, başkasının Oscar’ına balıklama dalıyorduk…

Tüm bunlar bir yana, “dış kapının mandalı” denebilecek bir ödüle bunca sevinmemiz, nasıl bir kompleksin sonucu olabilir?.. Bu başarıyı bunca abartmanın gerisinde, bu düzeyde başarılarımız olmadığı düşüncesi yatıyor olsa gerek. Evet, henüz bir Türk filmi Oscar alamadı: ama Cannes’lardan, Berlin’lerden, Nantes’lerden birincilik ödülleri almadık mı? Uluslararası ödüller almış yönetmenlerimizin sayısı -şöyle kabaca bir hesaplandığında- 10-15’i bulmuyor mu?.. Üstelik, sevgili basınımız, uluslararası ilişkilerin, kulis etkinliklerinin böylesine etkilediği Oscar ödüllerine, kısa vadede “ağzımızla kuş tutsak” aday bile olamayacağımızı bilmiyor mu?..

Son bir soru: Başarısı zaten bilinen, kabul edilen Nur Sürer’in fotoğrafının gazetelerin birinci sayfasında yayımlanması için, ille de Oscar’lı bir İsviçre filminde oynamış olması mı gerekiyordu?..

Sinema Gazetesi, Sayı: 8, 31 Mart-6 Nisan 1991

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder