Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

8 Ocak 2010 Cuma

Senarist Olmak

Neyin sizin alanınıza girdiğini saptamakta zorlanırsanız “Senaryoda bunu belirtmem ne kadar gerekli?” diye düşünün. Yazdığınız şey, yazdığınız haliyle, insanların işine yarayacak mı? Gereken tüm verileri barındırıyor mu, yoksa fazlalıklar mı var? Kendinizi ekibin yerine koyarak düşünürseniz karmaşaya düşmezsiniz

Senarist olmak nasıl bir var oluş durumudur; bunu biraz daha yakından inceleyelim.

Önce senaryoyu tarif edelim. Yazılan metnin estetik bir bütünlük taşıması ve o metinle karşılaşan insanlarda oluşan etki gibi faktörler tanımın özünü etkilemeyeceği için, yapacağımız tanım, ne kadar yalın, hatta basit olursa o kadar yarar sağlar. Gelin, bir deneyelim: Senaryo “filme çekilmesi için yazılan metindir”.

Fazla basit olduğunu düşünebilirsiniz, fakat yakından baktığınızda bu tarifin epey veri içerdiğini göreceksiniz. Örneğin tanımımız, adına senaryo denilen metnin –filme çekilmesi amacıyla yazıldığından- tiyatro oyunlarından ya da romanlardan farklı olması gerektiğini belirtiyor. Bu yüzdendir ki bir oyun ya da roman filme uyarlanacağı zaman senaryosu yazılır. Metinler arasında nitelik farkı olması gerekmeseydi, Orson Welles “Othello”yu uyarlayacağı zaman oyunun metnini ellerine alıp sahneye çıkarlardı. Oysa böyle bir uyarlama yapılacağı zaman, uzun süre, tiyatroya uygun anlatım biçimleriyle hazırlanmış bir metnin sinemaya uygun hale nasıl getirileceği üzerine çalışma yapılır. (Uyarlamaların nasıl yapıldıklarını örnekler vererek ileride inceleyeceğiz, ama yeri gelmişken, meraklılarına üç filmi incelemelerini önerebilirim: Orson Welles’in “Macbeth”i ile Kurosawa’nın “Throne of Blood”ını birbirleriyle ve Shakespeare’in orijinal metniyle karşılaştırarak incelemeniz size çok şey kazandırabilir. Bir diğer ilginç çalışma ise, Zemeciks’in “Contact-Mesaj” filmi ve Carl Sagan’ın romanıyla yapılabilir.)

Yaptığımız tanımlamanın içinde saklı duran diğer verileri de açığa çıkaralım: Filme çekilmesi amacıyla oluşturulan metni siz yazıyorsunuz, filmi oluşturan insanlar ise sizin metninizden hareketle neyi, neden ve nasıl yapacaklarını belirliyorlar. Bu durumu daha iyi anlayabilmek için zihinsel imgeleme yapabilirsiniz. Kendinizi bir odada, bilgisayar başında hayal edin. Senaryoyu bitiriyor, metni elinize alıp odanın kapısını açıyorsunuz. Girdiğiniz salonda yüzlerce insan ayakta, hareketsiz bekliyor. Onlar filmi yapacak olan insanlar; görüntü yönetmeninden kostümcüye, set amirinden reji asistanlarına, başrol oyuncularından figüranlara varıncaya değin herkes orada. Hareketsizler, çünkü sizin metniniz ortaya çıkmadan hiçbiri işini yapamıyor, hatta –o filmde- yapacağı işi kafasında canlandıramıyor (Bu imgeleme, senaristliğin sadece olumlu taraflarını görme eğiliminde olan genç senaristlere işin sorumlulukla ilgili kısımlarını düşünmeleri açısından da yarar sağlar).

Aslında süreç daha farklı işler, senaryo ortaya çıktığında çoğunlukla sadece birkaç kişi bellidir, yapımcı ve/veya yönetmen ve yardımcıları… Ekibi oluştururken de senaryodan hareket edilir, “Family Man-Aile Babası”nı çekerken uygun olabilecek kostüm tasarımcısı ya da görüntü yönetmeni ile “Cast Away-Yeni Hayat”ı yapamazsınız çünkü. Ama bunu şimdilik boş verin; imgelemeyi herkes filmi yapmak için sizi bekliyormuş gibi tasarlayın, Fellini’nin “Sekiz Buçuk”undaki gibi… Bu yüzlerce insan senaryodaki verileri inceleyerek işlerini tarif edebiliyorlar. Dolayısıyla senaryo, bu kişilere, onların işleriyle ilgili verileri sağlamalıdır. Senaristten beklenen budur.

Falanca karakterin filan sahnede nasıl giyineceğini senarist belirlemez; filmde görünecek her şeyi senaristler saptasa yaratıcı çalışmalar yapan tüm o insanlara gerek kalmazdı. Senarist sadece gereken veriyi sunar, örneğin karakterleri sanat ekibinin tanıyabileceği biçimde tanıtır, böylece onlar falanca karakterin filan sahnede nasıl giyineceğini “bilirler”.

Senaristin tasarladığı dünyayı başka insanların ete kemiğe büründürmesi fikrini haksızlık olarak görenler var. Oysa bu, senarist olmanın en zevkli taraflarından biri. Senaryosunu yazdığınız filmi seyretmeye başlarken yurtdışında olduğu için bir yıldır göremediğiniz sevgilinizle buluşmanız öncesi yaşadıklarınıza benzer bir duyguya kapılıyorsunuz. Arada telefonla konuşmuş, yazışmış olabilirsiniz, yine de onun ne kadar ve nasıl değiştiğini bilemezsiniz. Sorularla dolusunuzdur ve kaygılarla: Bu bir yılda yaşadıklarından nasıl etkilendi acaba? Beni hala seviyor mu? Ya benim duygularım değiştiyse? Ya onunla eskisi gibi gurur duyamazsam? Beni gördüğünde nasıl gülümseyecek vs…

Gençlerde ciddi bir yanlış anlamaya rastlıyorum: Senaristin yazarken her şeyi tasarladığını, bunu yapması gerektiğini sanıyorlar. Ben bir sahneyi tasarlarken o sahneyi –kendi yaklaşımımla- çekmişim gibi zihnimdeki beyazperdede seyrederim, bu imgelemeyi yapamasam senaryo yazamazdım zaten; fakat bu imgelemede giysiler, makyaj vb. unsurlar eksiktir, mekanlar, kamera hareketleri, kurgu ve örneğin oyunculuk ise belli belirsizdir, fludur. Başka türlüsü de olamaz zaten, hangi senarist bir kostümcü gibi giysi, görüntü yönetmeni gibi kadraj tasarlayabilir ki? Her şeyi tasarlayabildiğinizi varsayalım; oyuncunun sesinin tonunu nasıl tutturacaksınız? Bunu oyuncular ve yönetmenler de defalarca prova yaparak buluyorlar, bunlar ilk anda bilinebilecek şeyler olsalardı, filmlere aylarca hazırlık yapmak gerekmezdi.

Dolayısıyla yaptığımız “basit” tarif, iki veri daha barındırıyor: Senaryo yazarı ekibin çalışabilmesi için gereken bilgileri sağlamakla yükümlüdür ve fakat onların işlerine karışmaz, alanlarına müdahale etmez. Işığı, kamera hareketini ya da kostümü tarif etmesi, o insanlara saygısızlık olur.

İstisnai durumlar vardır kuşkusuz: Örneğin sinemanın anlatım araçlarını kullanarak espri yapmak istiyorsam -“Four Rooms-Dört Oda” filminde Rodriguez’in yaptığı gibi- “Kamera hızlı aksiyon filmlerindeki gibi karizmatik bakmakta olan Celal’in yüzüne yaklaşır” diye yazabilirim. Bu hoşgörüyle karşılanabilir çünkü kendi alanımda bir şey yaratmaya çalışıyorum.

Bir başka örneğe bakalım: Diyelim ki yazdığınız sahnede falan karakter bir odaya giriyor. Loş ışık yüzünden bir köşede gizlenmiş olan katili göremiyor. O tarafa doğru yürüdüğünde katil bizim karakterin üzerine atlıyor. Bunları senaryoda yazarken, odanın bir köşesinin karanlık olduğunu belirtebilirsiniz. Bu, görüntü yönetmeninin ve ışık şefinin işlerine karışmak anlamına gelmez, ama sahneyi, odanın bir köşesinin karanlık olması gerektiğini belirtmeden yazsanız da ilgililer bunu anlayacak ve ışığı ona göre düzenleyeceklerdir. Öyleyse senaryoya fazladan bilgi koymanız film ekibine güvenmediğiniz anlamına gelir.

Neyin sizin alanınıza girdiğini saptamakta zorlanırsanız “Bunu belirtmem ne kadar gerekli?” diye düşünün. O salondaki kalabalıkla ilgili imgeleme aklınızda olsun, yazdığınız şey, yazdığınız haliyle, salonda hareketsiz bekleyen insanların işine yarayacak mı? Gereken tüm verileri barındırıyor mu, yoksa fazlalıklar mı var? Kendinizi ekibin yerine koyarak düşünürseniz karmaşaya düşmezsiniz.

Senaryonun, filme çekilmesi amacıyla yazılan metin olduğunu belirlemek, bizi yeni bir anlayışa götürüyor: Senaristle ekipteki geri kalan herkesin çalışma biçimi birbirine terstir, iyi senaristler yazarken bunu akıllarında bulundururlar. Örneğin: Senarist kafasında bir kişilik belirler, onu tanıtmak için kimi sahneler koyar, mesela iyi bir insan olduğunu anlatabilmek amacıyla bir dilenciye son parasını verdiğini gösterir. Oyuncu senaristin yazdığını okur, canlandıracağı kişinin, son parasını dilenciye verdiğine göre iyi bir insan olması gerektiğini düşünür. Buna benzer başka verileri inceleyerek, “o iyi insan”ın parayı nasıl bir edayla vermesi gerektiğini, “tabii, buyurun” repliğini nasıl bir ses ve ifadeyle söyleyeceğini saptar… Şöyle de diyebiliriz: Ekiptekiler, senaristin metne yerleştirdiği doneleri inceleyerek onun neyi, neden tasarladığını çözer ve kendi katkılarını onun üzerine eklerler. Yönetmense aynı çözümlemeyi, hem kendi işi hem de –bir anlamda ekip başı olduğundan- ekipteki diğer uzmanların işleriyle ilgili olarak yapar. Yönetmen orkestra şefi gibidir, tüm çalgıların işlerini yaratmalarına yardımcı olur, onları denetler ve asıl önemlisi çalgı grupları arasındaki uyumu yaratmaktan sorumludur. Bir sahnede falan karakterin giyeceği kazağın rengi, tek başına değil önünde görüneceği duvarın rengiyle birlikte belirlenir, biri kostümcünün diğeri sanat yönetmeninin sorumluluk alanına girer. Fakat renkleri yönetmene danışmadan belirleyemezler çünkü o renkler görüntü yönetmeni ve ışık şefinin işleriyle de ilgilidir. Filmin görsel yapısını ise yönetmen ve görüntü yönetmeni birlikte tasarlarlar. Görsel yapı, renkler ve aydınlatma arasındaki uyumu sağlamak yönetmenin sorumluluğudur.

Görsel yapının renklerin ve aydınlatmanın nasıl olması gerektiğine senarist karar veremez, zaten kimse ona fikrini sormaz. O sadece ekibe veri sağlamakla yükümlüdür. O yüzdendir ki, senarist ikinci plandadır hep, senaryoyu tek başına yazmış, yani o süreci canının istediği gibi yönetmiş olsa bile film çekilirken ekibin dışındadır.

Takımları siz yaratmışsınızdır ama maçta oynayamaz, saha kenarından talimatlar veremez, hatta yedek kulübesinde bile oturamazsınız.

Yeriniz tribünlerdedir.

Sinema, sayı: 73, Nisan 2001

4 yorum:

  1. Merhaba, güzel yazınız için tebrik ediyorum.İsmim Rıfat Karlova, Uzakdoğu'da hem eğitimimi sürdürüyorum hem de Televizyon ve sahne projelerinde yer alıyorum. 2006 senesinde girmiş olduğum Tayvan eğlence dünyası ve Uzakdoğu'da ki yolculuğum içimde yapmak istediklerimi ve hayallerimi de bir bir ortaya çıkarıyor. Senaryo yazmak ve elbette ki öncelikle bunun eğitimini almak istiyorum. Bu yüzden buradaki çok seçkin okul ve senaryoları Uzakdoğu'da filme çekilmiş isimlerden dersler almaya başladım. Dilerim bu eğitimler ve zamanla bu yönde göstereceğim gelişme ile ortaya seyri keyifli ve kaliteli senaryolar çıkarabilirim. Evin her yeri Dvd doldu izleyerek, bazen de kare kare durdurarak işin özünü görmeye çalışıyorum. Daha katedecek çok yol var. Bu yola baş koymuş olan herkese başarılar diliyorum. Sizin bloğunuzu keyifle okudum. Saygı ve selamlarımla.

    Uğur Rıfat Karlova
    www.rifatkarlova.com

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür eder, başarılar dilerim Rıfat bey.

    YanıtlaSil
  3. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Başarılar dilerim Pelin Hanım... Size yardımcı olabileceğim tek biçim yön göstermek: Tanımadığınız sinemacı profesyonellere Bakanlık destekleri ve diğer sinopsis/senaryo yarışmaları aracılığıyla ulaşabilirsiniz.

      Sil