Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

22 Şubat 2010 Pazartesi

Senarist ne yazmaz?














Mekan, eşya, kostüm, aksesuar ve müzik, senaristin alanına giren, ama -istisnalar haricinde- net belirlemeler yapamayacağı öğelerdir. Senaryo, ilgili kişilerin çalışabilmelerine, örneğin sanat yönetmeninin o sahneye uygun mobilyaları, kostümleri vs. belirleyebilmesine yetecek kadar bilgi içermeli, fakat senarist bu öğeleri kendisi belirlemeye kalkışmamalıdır

Bir senaristin, film üretim sürecine dahil olan öğelerin hangilerinin kendi alanına girdiğini de iyi bilmesi gerekir. Neleri senaryoda yazacak ve nelerden uzak duracaktır?..

Senaristin yetki ve sorumluluk çerçevesini öğrenip ezberlemeniz işinize yaramaz; önemli olan bunun mantığını kavramaktır.

Bu çerçeveyi açıklarken önce filmlerin nasıl üretildiğini konuşmamız lazım; bu amaçla Sergio Leone başyapıtı "Once Upon a Time in America-Bir Zamanlar Amerika"nın (1984) açılış sahnesini örnek olarak kullanalım: Genç, iyi giyimli bir kadın evine girer, elektrik düğmesini çevirir, ışık yanmaz. Yatağın yanındaki başucu lambası da çalışmaz, kadın ampulün gevşetildiğini fark eder, düzeltir, odaya dolan ışık, yastığın önündeki lekeyi de aydınlatır. Kadın örtüyü açar, yatak kurşunlanmış, -bir insan şekli oluşturacak biçimde- delik deşik edilmiştir. Odada beklemekte olan 3 adam görünür, kadını döver, David'in (Robert De Niro) yerini öğrenmek amacıyla sorgular, bunu başaramayınca onu öldürürler.

Bu sahnenin filme aktarılabilmesi için bir mekan düzenlenmiş (genellikle ülkemizde gerçek mekanlar, Hollywood'da stüdyo kullanılır), mobilyalar, perde, avize vs. her ne gerekiyorsa bulunup getirilmiş. Sahnede 4 karakter ve beşincinin (De Niro) fotoğrafı var; yani oyuncular seçilmiş, giydirilip makyajları yapılmış, kolye, saat gibi aksesuarlarla donatılmış, birinin fotoğrafı çekilmiş. Doğal olarak tüm bunlar filmin geçtiği ülkeye, döneme, topluma ve karakterlere uygun olacak biçimde düzenlenmiş.

Bunlar perdede görünen öğeler... Görünmeyenler de var: Kamera, ışık malzemesi, şaryo gibi filmin çekilebilmesi için gereken cihazlar, alet edevat tedarik edilmiş. Belirli bir perspektifle ışıklandırma yapılmış, kamera belli açılardan, belli objektifler kullanılarak çalıştırılır, planlar oluşturulurken ses kaydı da yapılmış. Sonra stüdyoda bu planlar kurgulanmış, film belirli bir perspektifle yıkanmış, teknik işlemlerden geçirilmiş, üzerine ses ve müzik döşenmiş, izlenebilir hale getirilmiş.

Tüm bu süreçte görüntü yönetmeni, kameraman, makyöz vb. bir dizi uzman birlikte çalışmışlar.

O uzmanların başında yönetmen bulunur; hepsinin belirli bir bakış açısıyla çalışmalarını sağlamak onun görevidir. Tüm bu çalışmaların temelinde senaryo bulunmasına karşın senarist de bu uzmanlardan biridir ve aynen diğerleri gibi, onun da sorumluluğu kendi işinin gerekliliklerini tam olarak yerine getirmektir. Ekibe yol göstermekle, gerektiğinde müdahale etmekle yükümlü olan kişi yönetmendir; diğer uzmanlar gibi senarist de yönetmenle fikir alışverişi yapar, önerilerini getirir, neyi neden yaptığını açıklar, fakat onun ya da diğer uzmanların alanlarına girmez, girmesi hoş karşılanmaz.

Neler yazılır/yazılmaz
Bir başka sahneden de yararlanarak biraz daha derinleşelim: Roman Polanski'nin ses getiren eseri "Piyanist"in (2002) önemli bir sahnesinde ana karakter Szpilman (Adrien Brody) Alman subayı Hosenfeld'e piyano çalar. Birkaç cümle konuşurlar.

Mekan, eşya, kostüm, aksesuar ve müzik, senaristin alanına giren, ama -istisnalar haricinde- net belirlemeler yapamayacağı öğelerdir. Senaryo, ilgili kişilerin çalışabilmelerine, örneğin sanat yönetmeninin o sahneye uygun mobilyaları, kostümleri vs. belirleyebilmesine yetecek kadar bilgi içermeli, fakat senarist bu öğeleri kendisi belirlemeye kalkışmamalıdır. Bu dengeyi tutturabilmek amacıyla "dışardan hafif bir eğlence müziği gelmektedir", "üzerinde geceliğiyle", "bir sandalyeye" gibi ifadeler kullanır. Hikayenin akışı veya herhangi birinin kişilik özelliklerini ya da belirli bir andaki ruh durumunu belirtmek vb. nedenlerle senaryo için gerekli değilse müziğin türünü, geceliğin rengini, sandalyenin modelini vs. yazmaz; çünkü bunlar, başka uzmanların sorumluluk alanına girer.

Szpilman daha önceki kimi sahnelerde de o giysileri giydiği için, Hosenfeld'in kostümü ise bilinen tipte bir üniforma olduğu için o sahnede bunları belirtmeye gerek yoktur. Mekan (savaşın eseri olan bir harabe) orada geçen ilk sahnede belirtilmiştir; senaryonun, piyano çalınan odanın dekorasyonuyla ilgili bilgi içermesi ise -bu örnekte- şart değildir ama uygun olur. Film bir anı kitabından uyarlandığı ve gerçek olaylara dayandığı için senarist belirtmese de o mekan insanların savaş yüzünden terk etmek zorunda kaldıklarını anlatacak biçimde düzenlenecektir zaten, ama senaristin amaçlarından biri de eserini okuyan uzmanların görüntüleri zihinlerinde canlandırabilmeleridir. Ayrıca bu türden bilgilerin kağıt üzerinde bulunması ön hazırlık ve çekim sürecinde çalışanlara yardımcı olur.

Bir mekan ya da karakter senaryoda ilk kez geçtiğinde daha fazla bilgi verilmelidir; film ekibi onlarla yeni tanışmaktadır çünkü. Fakat ayrıntılı yazmasının gerekmesi, örneğin Leone'nin açılış sahnesindeki kadının paltosunu, inci kolyesini senaristin tarif edeceği anlamına gelmez; bu onun işi değildir...

İstisnalar
Bazı hallerde senarist, öyküsünü gereğince işleyebilmek gibi senaryoya ait nedenlerle başkalarının alanlarına girebilir. Orhan Oğuz'un "İki Başlı Dev" (1990) filminin bir sahnesinde Fikret Kuşkan'ın canlandırdığı karakter, karşısındaki kızın elbisesinin üzerindeki puanların renklerini teknik isimleriyle sayar; bu davranışı, o anki psikolojisini göstermesi bakımından, bu ise hikayenin akışı ve filmin "ana cümlesi" açısından önemlidir; dolayısıyla senaristin elbisenin bu niteliğini senaryoda belirtmesi gerekmiştir.

"Ay, Işığında Saklıdır"da (1996), Şule (Aydan Şener) ile Uygar'ın (Toprak Sergen) kadının evinde dansettikleri sahnede Eric Clapton'ın "Wonderful Tonight" isimli şarkısının kullanılacağını senaryoda belirtmiştim. Filmin adı zaten o şarkının bir dizesinden hareketle yaratılmıştı, Uygar şarkının olduğu CD'yi Şule'ye armağan ediyor, "Harika hissediyorum kendimi / Çünkü ay ışığını gözlerinde gördüm" dizeleri ise repliklerde geçiyordu. Hikaye içinde yeri olmasaydı şarkının seçimini uzmanlarına bırakırdım.

Filmin o sahnesinde "Wonderful Tonight" kısa bir süre çalar, yerini filmin kendi şarkısının melodisine bırakır. Bu da yönetmen Veli Çelik'in tercihidir; senaristin bu ve benzeri tercihlere saygı göstermesi gerekir çünkü film sanatsal açıdan yönetmene aittir, filmi yapmak onun işidir, senaristin değil.

Filmin hangi bölümlerinde müzik kullanılacağının da senaristle bir ilgisi yoktur.

Yine istisnalar haricinde, kamera açı ve hareketlerinin, mizansenin ve ışığın da senaristle ilgisi yoktur; hatta bunlar görüntü diliyle ilişkili olduğu için senaristin bu alana girmesi hiç arzu edilmez.

Senarist bir durumu, duyguyu, fikri vs. anlatmak için sözcükleri, yönetmen ise görüntüyü kullanır.

Senaristin -belirli bir çerçeve içinde- dilediği sözcüğü ve imla işaretlerini kullanma hakkı olduğu gibi, yönetmenin de kendi dilinin araçlarını (kesme, kaydırma, genel plan, müzik vb) kendi tercihleri doğrultusunda kullanma hakkı vardır.
Önümüzdeki sayı, iki (hatta üç) dilin fazlaca kesiştiği bir alanı inceleyerek bu konuya devam edeceğiz: Karakterlerin davranışları ve oyunculuk...

Film+, sayı: 12, Mart 2006

2 yorum:

  1. Genç bir senarist olarak yazılarınızı okumuş olmak çok ilham verici ve bilgi verici oldu.Okuduğum bir çok kaynakta bulamadığım bilgilere sizin yazılarınız sayenizde ulaşmış oldum.Bu yüzden bu işe yeni başlayan senaristlere yazılarınızı okumalarını özellikle tavsiye ederim.Çok teşekkür ederim Tamer hocam...saygılarımla...onur erdoğan

    YanıtlaSil
  2. Yazıdan yararlanmanıza sevindim... Başarılar dilerim, sevgiler...

    YanıtlaSil