Copyright © 2014 - Tamer Baran - Tüm Hakları Saklıdır.
Bu blogta yer alan yazılar (içerik), 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu gereğince eser sahibi olan Tamer Baran'a aittir. Söz konusu içerik eser sahibinin izni olmadan kopyalanamaz,yayınlanamaz...

25 Aralık 2009 Cuma

"Tehlikeli Tür"

Bu veriler filmin altında yatan metnin ne kadar ahlakçı olduğunu deşifre ediyor. “Species” “post-AIDS” dönemi filmlerinde olduğu gibi modern toplumdaki verilerden, özellikle AIDS ve metropol korkusundan yararlanıyor ve “yabancılarla sevişmeyin”, “tanımadıklarınıza yardım etmeyin” gibi mesajlar veriyor

Roger Donaldson gerilim sağlamakta ne kadar başarılı olduğunu bir kez daha kanıtlıyor “Tehlikeli Tür”de. “Cadillac Man”, “White Sands-Beyaz Kumlar” ve “The Getaway-Sonsuz Kaçış”ı boş verin; “Species” Donaldson’ın “No Way Out-Çıkış Yok”tan sonraki en önemli çalışması ve yönetmen o filmde olduğu gibi yer yer muhteşem bir gerilim yaratıyor. “Çıkış Yok”ta Costner’ın kendisini suçlu konumuna düşürecek fotoğrafın bilgisayarda belirmesini beklediği sekansdaki gerilim “Species”de de var.

Asıl ilginç olan ise Donaldson’ın filmin ritmiyle uğraşarak elde ettiği etki. Hollywood filmlerinin önemli bir bölümünde olduğu gibi hareketli kamera kullanımı ve canlı bir kurgusu var filmin; ama doğrusu çok az Hollywood yönetmeni ritimle böylesine oynamayı becerebiliyor.

Donaldson’ın ritimdeki ustalığına filmin ilk 10 dakikasını, Sil’in otele geldiği sekansın kimi bölümlerini, düş sahnelerini ve finali örnek gösterebiliriz. Özellikle ilk 10 dakika olağanüstü. Pek az filmin açılış sahnesinde böylesine bir düzeye rastladık bugüne değin.

Yönetmen ritmi kurarken yer yer ağır görüntüye yaslanıyor, ağır görüntüyle normal çekimi ustalıkla kurguluyor (özellikle Sil’in kaçtığı, tel örgüye tırmandığı, atladığı planlar ve finalde) Ancak “yaratığın” hızının altını çizmek istediğinde ağır görüntüye hiç girmiyor. Sil camlı bölmeden çıkarken, trendeki adamı duvara çarptığında ya da otel odasının duvarından fırlarken peşindeki grup gibi biz de sadece bir an görebiliyoruz olup biteni. Bu da yaratığın imajını güçlendiriyor: Çok hızlı, çok güçlü ve çok yırtıcı…

“Species”e emek verenlere bir göz atınca başarının raslantı olmadığı görülüyor. Filmin görüntülerinde Andrzej Bartkowiak’ın (“Terms of Endearment-Sevgi Sözcükleri”, “Falling Down-Sonun Başlangıcı”, “Speed-Hız Tuzağı”) kurgusunda Conrad Buff’ın (“The Abyss”, “Terminator 2: The Judgement Day-Terminatör 2”, “True Lies-Gerçek Yalanlar”) görsel efektlerinde Richard Endlund’un (“Star Wars-Yıldız Savaşları”, “Raiders of the Lost Ark-Kutsal Hazine Avcıları”, “Ghost-Hayalet”, “Batman Returns-Batman Dönüyor”, “Alien 3”) imzası var. Makyaj efektlerini “The Abyss” ve “Videodrome”dan tanıdığımız Steve Johnson, Sil tasarımını ise “Alien”da Ridley Scott’la birlikte çalışan ve ilk Yaratık tasarımını yapan H. R. Giger hazırlamış.

“Av” ve “Avcı”
Kuşkusuz ki filmin ve yönetmenin başarısında en önemli etken senaryo. Feldman “Alien” filmini hayli anımsatan bir genel yapı içinde macera filmlerinin trüklerini kullanırken çok hoş kimi yenilikler de katmayı başarmış senaryoya. Benim en çok beğendiğim, Sil’in üreme arzusu duyup erkek aramaya başlaması (ve bunun filmde gelinlikle simgelenmesi), Press’i elde etmek istemesi, bunu başaramayınca da -hoş raslantıların da yardımıyla- Arden’le sevişmesi oldu. Böylece “avcı”lardan biri en çok korktukları şeyi, yani yaratığın döllenmesini bizzat kendisi gerçekleştirmiş oluyor. “Av” ile “Avcı”nın yer değiştirmesi ve avın avcılardan birini öldürmek dışında bir amaç için izlemeye başlaması filme taze bir gerilim de katan, son derece hoş bir buluş.

Filmde Yaratık’ı yok etmeye çalışan grubun, bir anlamda “iyiler”in seçimi bakımından da yenilikler var. “Kahraman”larımız şunlar:

Fitch projenin önderi, “suçlu bilim adamı” kategorisinin filmdeki temsilcisi, bir anlamda Sil’in babası… Dünyadaki en zeki ama aynı zamanda en kurnaz varlığı yaratmış olmanın gururunu ve tüm dünyayı benzersiz bir tehlikenin içine atmış olmanın suçluluğunu yaşıyor. Çok iyi çizilmiş, gerektiğinde adamlarını da gözden çıkartabileceği de gösterilerek “korkunç” tarafı da ustalıkla vurgulanmış bir karakter…

Dan algı gücü normalin çok üstünde olan biri. Sil’in davranışlarını değil, duygularını hissediyor. Aslında çok korktuğunu ve tam olarak hangi koşullarda öldürmeye yöneldiğini anlayan o oluyor. Finalde Sil’in enerjisini sürekli hisseden ve takibi sağlayan da o. Sonunda ulaşılan zaferde büyük payı var.

Mikrobiyolog Laura bilimsel birikimiyle ikinci deneyin yapılmasını öneren, böylece herkese Yaratık’ın ne kadar tehlikeli olduğunu gösteren kişi. Biyolog olmasının yanında gruptaki tek kadın olmasıyla da Sil’in bir erkekle çiftleşmek ve üremek arzusunu ilk fark eden ve anlayan o oluyor.

Antropolog Arden herhangi bir türün yeni bir dünyada da çoğalabileceğini, dolayısıyla durumun çok tehlikeli olduğunu ilk anlayan ve diğerlerini uyaran kişi.

“Avcı” Press ise ne bilimsel birikime, ne de özel sezgilere sahip. Uzmanı olduğu tek alan takip ve imha. En temel dürtüsü tehlike karşısında hayatta kalmaya dönük olduğundan avcı sezgilerini iyi kullanıyor ve Sil’in karşısında zayıflık göstermiyor.

“Tehlikeli Tür”ün senaryo bağlamında yaptığı asıl şey “Predator”, “Alien” gibi filmlerden bildiğimiz türde bir “yaratık”a farklı bir nitelik kazandırmış olması… Sil’i “kadın görüntüsüne bürünebilen bir Alien” olarak tanımlamak olası… Yaratık’ın “dünyalı ölçüleriyle” çok güzel bir genç kız olarak ortada dolaşması, dilediği erkeği kendine çekebilmesi maceranın keyfini artırıyor. Natasha Henstridge’in soğuk güzelliğinin ve oyun gücünün bu yapıya neler kattığını gördükten sonra uzaylı bir yaratık olarak Alien ne kadar da renksiz kalıyor.

Alien’a kadın görüntüsü verilip uzayda geçen macera dünyaya, “melekler” ama aslında “günahlar” kenti Los Angeles’a taşınınca senaryo “Alien” filmlerinin bir adım ötesine geçmeyi başarmış oluyor. Yaratık’ın asıl tehdidinin -benzer tüm filmlerde olduğu gibi- karşısındaki bir grup insanı öldürmek değil, bunun da ötesinde, çoğalmak suretiyle belki de tüm dünyayı ele geçirmek olması filmin bir diğer kozu.

Ama asıl yenilik “yaratık” tipolojisinde yatıyor. Sil nereden ve neden gönderildiğini, kim olduğunu bilmeyen, bu çerçevede, sıkça gördüğü kabuslar dışında elinde bir veri bulunmayan (karabasanları için “Bana kim olduğumu gösterirler,” der), gözlerini hiç bilmediği bir dünyada, kendisine benzemeyen yaratıklar arasında açmış bir “uzaylı”… Korku dolu, umutsuz ve yalnız bir varlık… Bir yandan arzularını, gücünü ve yeteneklerini, öbür yandan dünyanın nasıl bir yer olduğunu ve buraya nasıl uyum sağlayabileceğini öğreniyor.

Ve bildiğimiz/bilmediğimiz tüm varlıklar gibi hayatta kalmaya, üremeye çalışıyor… Örneğin bir farenin, dinozorun, aslanın, solucanın… insanın yaptığı gibi…

“Species”in üzerinde durulması gereken başka özellikleri de var. Öncelikle film özellikle ABD’de çok yaygın olduğu bilinen “uzaylıların dünyayı işgal edebilecekleri” korkusuna yaslanıyor. Spielberg “E. T.”de seyirciyi beklediğinin tam tersini göstererek etkilemişken “Species” o çok ilkel korkuyu kullanmayı yeğliyor. Önce tam olarak bilinmeyen bir “şey” çıkarıyor karşımıza, sonra korkutucu yönleri olduğunu gösteriyor.

Önce “bilinmeyen”den, sonra “canavar”dan korkmamızı sağlıyor.

“İlk günah”
Filmdeki “canavar” uzaylı olsa da dehşeti doğuranın insanlar olması hayli ilginç. Fitch’in temsil ettiği uzay araştırmacıları evrende yaşam olup olmadığını anlamak için boşluğa yolladıkları mesaja gelen yanıtta söylenenleri yapıyorlar. Film bunu bir tür “ilk günah” olarak kabul ediyor. Uzaylıların yolladığı açıklamalar kullanılarak gelen DNA insan DNA’sıyla birleştiriliyor, böylece Sil doğuyor. DNA’yı yollayan uzaylılar Baker ve Press arasında geçen bir konuşmada dendiği gibi “dünyadaki hastalığı tedavi etmek” amacını gütseler de sonuçta canavarı yaratan ve dünyanın başına bela eden bizzat insanlar.

Böylece “Species”in alt metinlerinden birini klasik “Frankenstein” temasıyla örtüştürmek mümkün oluyor.

Buradan bakınca Sil’in bir insandan duyduğu ilk diyaloğun “Üzgünüm” olması ne kadar da anlamlı.

Belki de bu yüzden yaratığın adı İngilizce “sin” (günah) sözcüğünü bu kadar çağrıştırıyor…

İnsanlar Sil’i yaratmakla kalmıyor, başlarına bela olacağını anlayınca da yok etmeye çalışıyorlar. Böylece -filmin ilerleyen bölümlerinde Dan’ın açıkça ifade ettiği gibi bir tehdit hissettiğinde saldırıya geçen- Sil cinayetler işlemeye başlıyor. Onu yaratan insanlar bu kez peşine bir grup “avcı” takıyorlar. Sil de kendisine sorulmadan, istemediği bir yerde yaratılmış ve ölüm tehlikesinin ortasına atılmış her canlının yapacağı gibi hayatta kalmaya çalışıyor, gerektiğinde öldürmekten de kaçınmıyor.

Sözün kısası film tehlikenin uzaydan gelmiş gibi görünse de aslında bizzat insan eliyle yaratıldığını söylüyor. Korku, gerilim, bilimkurgu türlerinin hep hata yapan o yüzden de -bu filmlerde yaygın olarak kullanılan bakış açısına göre- “ölümü hak eden” bilim adamları bir kez daha doğanın (isterseniz Tanrı’nın da diyebilirsiniz) işine burunlarını sokmuş oluyorlar.

Öyleyse cezalandırılmaları kaçınılmazdır.

Filmde “cezalandırılanlar” 5 kişilik bir grup olduğundan bu insanlardan hangilerinin öldüğü önemli. Ölenler Arden ve Fitch, yani grubun zafiyet gösteren ya da “günah işleyen” iki üyesi. Fitch canavarı yaratan kişi olduğundan “Frankenstein” şablonuna göre bizzat Yaratık’ın ellerinden ölümü tadar, Arden’in ölümle cezalandırılmasının nedeni ise biyolojik açıdan zaaf göstermiş, Yaratık’ın üremesine sebebiyet vermiş olmasıdır.

Grubun zayıf davranan bir diğer üyesi Dan oluyor. Bebek uzaylıyı öldürmesi gerektiğini bildiği halde tetiği çekemiyor, ama bu “günah” değil, hümanist duygulardan kaynaklanan küçük bir “hata” olduğundan sağ bırakılıyor.

Senaryo tekniği bakımından Dan’ın ve Laura’nın ölmesi mümkün aslında ama belli ki yapımcılar bunun mutlu sonu gölgeleyeceğinden korkmuşlar. Film bir kişinin mücadelesini anlatıyor olsa kahraman hayatta kaldıktan sonra kaç arkadaşının öldüğüne kimse aldırmayabilirdi, ama “Species”de kişinin değil, tüm insan ırkını temsil eden grubun zaferi arzulanıyor.

Yaratığa son darbeyi vuran ise Press. En temel dürtüsü öldürmek olduğundan Sil’in karşısında şu ya da bu zayıflığı göstermesi söz konusu olmuyor. Böylece öldürücü darbeyi vurma “şerefi” ona kalıyor.

Sil’in öldürdüğü diğer insanların seçimi de ilginç veriler barındırıyor. Bunların bir bölümü Sil’i yakalamak ya da öldürmek isteyenler ve son mücadele yaşanırken yolunun üstüne çıkanlar. Diğerleri ise hiç tanımadıkları bir yabancıya yardım edenler (trendeki zenci biletçi, Sil’i kazadan sonra hastaneye götüren Carey, arabasını aldığı kadın) ve hiç tanımadığı bir kadınla sevişmeyi reddetmeyen erkekler (şeker hastası Robbie, Carey ve Arden). Geriye bardaki kadın kalıyor ki onu neden öldürdüğünü Dan “seksüel yarış” kavramıyla açıklıyor, böylece öldürülenlerin tümünün “cezalı” olduğu ortaya çıkıyor.

…ve “üstün insan”
Tanımadıkları bir kadınla yatan, yabancılara yardım edenler cezalandırılıyor.

Daha ilginci “zayıf” olanların öldürülmesi: Fitch, Arden ve Robbie gibi… Kazanan ise gerçekten güçlü, Yaratık’a yakalandığında bile kurtarmayı başaran tek kişi: Press.

İnsani zayıflıkları olanlar ölürken “üstün insan” zafere ulaşıyor.

Bu veriler filmin altında yatan metnin ne kadar ahlakçı olduğunu deşifre ediyor.

Üstelik dahası da var: “Species” “post-AIDS” dönemi filmlerinde olduğu gibi modern toplumdaki verilerden, özellikle AIDS ve metropol korkusundan yararlanıyor ve “yabancılarla sevişmeyin”, “tanımadıklarınıza yardım etmeyin” gibi mesajlar veriyor. Philadelphia Daily News’taki yazısında Gary Thompson’ın filmi “Fatal Attraction-Öldüren Cazibe”den beri “önüne gelenle seks”e karşı en iyi argüman olarak selamlaması boşuna değil. Bu açıdan bakıldığında da “Species”in giderek sayıları artan “Clinton dönemi” filmlerinden değil, Yeni Sağ zamanlarından kalma bir ürün olduğu ortaya çıkıyor.

Yine de ilginç yönleri çok. Özellikle aynı çerçevede kotarılmış filmlerle kıyaslandığında.

Bir yerde Laura Sil’in bir yarısının insan olduğunu belirtiyor ve “hangi yarının canavar olduğunu bilemediğini” söylüyor.

Gerçekten de Sil’in davranışlarının kökeninde insana benzeyen taraflar var: Bizim gibi güdülerine boyun eğiyor, tehdit altında olduğunu sezince saldırıyor, yemek, üremek, barınmak istiyor. Arden ve Laura arasında geçen bir konuşma Sil’in bu özelliğinin altını çiziyor. Los Angeles’ın Sil için ideal bir kent olduğu konuşuluyor: “Burada ne yaparsan yap dikkati çekmezsin. Hep yabancı kalırsın.”

Öyle ya, Los Angeles gibi büyük metropoller (örneğin İstanbul) birtakım “dünyalıların” türdeşlerine şiddet uyguladıkları, kötülüğün kol gezdiği, bolca kanın aktığı yerler…

Uzaylı yaratıklar olsa da, olmasa da…

Antrakt, Sayı: 49, Ekim 1995

Species / Tehlikeli Tür
Yönetmen:
Roger Donaldson; Senaryo: Dennis Feldman; Yapımcılar: Dennis Feldman, Frank Mancuso Jr.; Görüntü yönetmeni: Andrzej Bartkowiak; Sil tasarımı: H. R. Giger; Görsel efektler: Richard Endlund; Makyaj efektleri: Steve Johnson; Müzik: Christopher Young; Kurgu: Conrad Buff; Oyuncular: Natasha Henstridge (Sil), Ben Kingsley (Fitch), Michael Madsen (Press), Forest Whitaker (Dan), Marg Helgenberger (Laura), Alfred Molina (Arden), Michelle Williams (genç Sil); 1995 ABD yapımı, 108 dakika; Gösterim tarihi: 22 Eylül 1995

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder