![]() |
2 Haziran 2013, Taksim... Fotoğraf: Aytan Gönülşen. |
80 yıldır olduğu gibi, ulusal bayramları yine alanlarda kutlamak isteyenlere, “Emek Sineması kapanmasın” diyenlere ve son olarak Gezi Parkı için harekete geçenlere biber gazı ve tazyikli su ile müdahale eden iktidarın engellemeye çalıştığı tam da budur: Her bireyin özgürlük hakkına saygı gösteren, ama kardeş gibi kenetlenmiş bir toplumu istemiyorlar
Tamer Baran
O
mekanın adının “Nazım Hikmet Parkı” olarak değiştirilmesini öneriyorum.
Çünkü
Gezi Parkı direnişi gibi kendiliğinden gelişen ve her kesimden insanın
katıldığı eylemler ideolojik bir zemine ihtiyaç duyar. Ve en geniş haliyle o
zeminin en rafine tarifini usta şair, “Davet” şiirinde yapmıştır:
“Yaşamak
bir ağaç gibi tek ve hür
ve
bir orman gibi kardeşcesine,
bu
hasret bizim...”
80
yıldır olduğu gibi, ulusal bayramları yine alanlarda kutlamak isteyenlere,
“Emek Sineması kapanmasın” diyenlere ve son olarak Gezi Parkı için harekete
geçenlere biber gazı ve tazyikli su ile müdahale eden iktidarın engellemeye
çalıştığı tam da budur: Her bireyin özgürlük hakkına saygı gösteren, ama kardeş
gibi kenetlenmiş bir toplumu istemiyorlar. Daha evvel ülkeyi yöneten tüm
iktidarlar gibi bunların da arzusu insanların “Her koyun kendi bacağından
asılır” şiarına sarılmasıdır; herkesin bencil arzularına göre yaşadığı ve
diğerlerini hiçe saydığı bir ortamı daim kılmak istiyorlar. Çünkü ancak o zaman
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düzeni hakim kalacak. Ancak o zaman
bir avuç azınlık mutlu yaşamaya devam edebilecek… Tabii ki geniş kitlelerin yoksulluğu,
çaresizliği pahasına…
Gezi
Parkı bir semboldür; “rantseverler”in zorbalığına karşı hümanistlerin
direnişidir. “Bu düzeni hak etmiyoruz” diyenlerin çığlığıdır.
Nazım
Hikmet “Davet” şiirinde “ipek bir halıya” benzettiği ülkeyi “bu cennet, bu
cehennem” biçiminde adlandırır… Bugüne kadar bu “parayatapar” iktidarlar bize
bir cehennem hayatı yaşattılar. Gezi Parkı için harekete geçenlerin karşı
çıktığı şey tam da budur: Cennet güzelliğindeki bu ülkede mutlu bir hayat
mümkün ve artık iyice anlaşıldı ki biz kendimiz söke söke almadıkça, onlar bu
mutluluğu bize yaşatmayacaklar. Buna hiç niyetleri yok!..
Nazım
Hikmet o cennet misali hayatı hepimiz için isteyen biriydi; bu nedenle on
yıllarca hapis yattı. Yaşamı ve şiirleriyle, bu arzunun simgesi olmayı hak
etti.
Üstelik
bugün, 50. ölüm yıldönümü…
1
Haziran cumartesi günü Taksim’de Antikapitalist Müslümanlar da vardı,
solcular, devrimciler, yeşiller, sosyal demokratlar da. Tek yumruk, tek ses
olarak birleşip “Tayyip istifa” diye bağırdılar.
Farklı
renklerin oluşturduğu o kalabalığın neyi istemediği ortada. Ancak arzularının
net ifadesine ihtiyaçları var. Çünkü bu dönem, bir dönüşümün eşiğindeyiz. Parkı
ve bir sinemayı korumak isteyenlere polisi saldırtması, iktidarın en kadar
çürüdüğünün göstergesidir. İstanbul’da, sadece Taksim’de değil, Kadıköy,
Beşiktaş, Avcılar, Beylikdüzü gibi semtlerde, Ankara, İzmir ve örneğin
Samsun’da kitleler sokağa dökülmüşken, Çengelköy’de tencere sesleri,
Kuzguncuk’ta korna avazı göğe ulaşmışken, eyleme katılan 50 binin üzerinde
insandan Başbakan’ın “300-400 çapulcu” diye söz etmesi o çürümenin
göstergesidir.
Bu
çürüme bitecek. Gidecekler.
Bu
insanlık dışı düzenin yerine yeni bir hayat kurulacak.
Onu
tarif ve talep etmeliyiz.
Bu
arzumuzun ifadesini yine “Davet” şiirinde bulabiliriz:
“Kapansın
el kapıları, bir daha açılmasın,
yok
edin insanın insana kulluğunu,
bu
dâvet bizim...”
AçıkGazete, 3 Haziran 2013
ViralMecmua, 3 Haziran 2013