Karışık
bir dönemden geçiyoruz, psikolojik savaş ağır bombardıman halini aldı.
Neredeyse her gün öyle örneklerle karşılaşıyorum ki, “iyisini” seçmekte
zorlanıyorum (birkaçı bu yazının görselleri arasında). Ve tabii ki konuyu sinema
filmlerine getirmek istiyorum, o alanda olup bitenler aslında çok daha vahim, ama onları seçimden sonra da konuşabiliriz
Tamer
Baran
İlk
ANAP hükümetinden beri, yani 30 yıldır memlekette neler olup bittiğini takip
etmeye çalışıyorum: Ülkemizde psikolojik savaş (PS) hiç bu kadar yoğun
yaşanmamıştı. İş çoktan istihbarat örgütlerinin karanlık çalışmaları boyutunu
aştı, binlerce insanın belki bilinçsiz ama gönüllü faaliyetiyle desteklenen bir
seviyeye geldi.
Etnik
kökenini hiç merak etmediğim, siyasi görüşünü asla önemsemediğim bir eski
arkadaşımın sayfasında rastladım bu iletiye. O kişiyi “gönül adamı” olarak
tanıyıp sevmiştim, maalesef köprünün altından çok su akmış. Aralarında belirli
bir kesimin hayli ünlü isimlerinin de bulunduğu çevresinin bu “delice” iletiye
yaptıkları yorumlara burada yer vermek muhabbetimizi bozar temiz insan; arzu
edersen, zaten bulursun...
“Şanlı
tarihimizden bir kesit” kelimeleriyle paylaşılan bilgi, CHP GBY Prof. Mehmet
Bekaroğlu’nun cikcikleri.
Hassas bir konu olduğu için bu yazıda kullanmaya karar verip araştırdım: Depresyon
teşhisi koyulan bir hastasının psikiyatrik görüşmede anlattıklarını kamuoyuna
açıkladığı bu kısa cümleler, 1 Aralık 2011’de habermiş. Şimdi, tam da siyaset
tüccarları birbirinin müşterisini çalma, sokaktan geçeni zorla dükkana sokma
dönemindeyken, birileri onları tekrar sosyal medyaya vermiş.
2011’de
Has Parti GBY sıfatıyla bu açıklamayı yapan Bekaroğlu, “meslek etiği” gereği
hastanın kimliğini gizliyor. Fakat onun anlattıklarına dayanarak bazı
askerlerin “mermi pahalı diye” meşe kütüğüyle vura vura çocukları öldürdüğü
bilgisini yayıyor… Kaç kişi bu suçu işlemiş, kaç kişi öldürülmüş, belirsiz; bu
da “Dersim harekatına katılan” herkesin eli kanlı caniler olarak algılanmasına
yol açıyor.
Asla
güvenmeyeceğim bir bilgi demeti bu. Çok nedeni var, mesela: Bir ürüne benziyor,
pırıltılı bir ambalajı da var: Meslek etiği… Hem de en vurucu alandan:
Psikiyatri… Aklı başında insanlarız şurada, hangimizin o kürsüye itiraz edecek
cesareti var: “Kral çıplak” diye bağırsanız, beyefendinin giyimine itiraz etmenizin
asıl nedeninin falan kompleks, filan savunma mekanizması olduğu söylenebilir,
üstelik bu doğru da olabilir.
Öyleyse
önce o hapishaneden kurtaralım kendimizi, mantığımızı kullanalım: Gerçekte
ortada bilimsel bir şey var mı? Yok çünkü ölçülemez, denenemez, haliyle
kanıtlanamaz bir şeyden bahsediyor. Peki bahsettiği kişi güvenilir mi?
Bilmiyoruz çünkü açıkla(ya)mıyor…
Kendisi desen zaten tarihçi değil…
Ee,
ne bu şimdi?
Literatürde
yeri var; Dr. Tahir Tamer Kumkale anlatsın (“Psikolojik Savaş” / Küresel İşgal,
Pegasus, 2007, sayfa: 140): “Gri propaganda uygulaması ise en yaygın kullanılan
bir metottur. Burada kaynak bildirilmez veya kaynak belirsizdir. Tamamen
rivayetler ve şaiyalardan faydalanılır. Hedef kitlenin ruhsal durumu göz önüne
alınarak birdenbire ortaya çıkartılır. Kulaktan kulağa süratle yayılması
sağlanır. Doğruluğunun tahkik edilmesine fırsat bırakılmadan hedef etki altına
alınır”.
Hala
ikna olmadıysan sevgili okur, hesabı kendin yapıver bir zahmet, Bekaroğlu’nun
bahsettiği hasta 1938’de kaç yaşında olabilir, bir bak. Cümlelerin okurun
bilinçaltına yerleştirdiği korkunç karalamayı kendin değerlendir.
Samimi
ve dürüst bir siyasetçi, hele de bilim insanı ise bu kadar değersiz cümleleri bilimsel
veriymiş gibi sunarak kamuoyuyla paylaşamaz, bunu yapıyorsa orada bir tuhaflık,
belki de yürek kirliliği var demektir.
Mesela
şu veri işe yarar mı acaba: 23 Kasım 2011’de dönemin Başbakanı Erdoğan, AKP GİBT’de
konuşmuş, “Dersim’de kadın ve çocuklar katledildi” ve “Devlet adına özür
dilemek gerekiyorsa ben bu özrü dilerim” demiş. Bekaroğlu’nun cikcikleri ise
tam bir hafta sonra…
Vay
anasını sayın seyirciler…
Hatta
iki defa söyleyelim yüksek sesle: Masum çocukları öldürmüşler… Bugünkü
gençlerin Dersim adı neden değişti, madem resmi adı Tunceli, neden
“büyüklerimiz” eski adını kullanıyorlar gibi soruları var, tabii ki pek azı
anne babasıyla paylaşabiliyor, bu PS ürünü hem yetişkinleri en zayıf yerinden
yakalıyor, hem de gençlere “Şanslısın, sen bu yaşa geldin” bilinçaltı mesajı
veriyor.
Vicdan
çok önemli sevgili okur; şu ayrımda anlaşalım lütfen: Bekaroğlu’nu ajan olmakla
suçlayamayız; çünkü ne adamı tanıyoruz, ne de istihbarat uzmanı var aramızda… Asıl
psikolojik savaşı yapanlar, 2011’deki malzemeyi bugün tekrar önümüze
getirenler… O iletiyi paylaşanların çok büyük bir bölümünün nasıl bir tuzağa
düştüklerini görememesi de normal; ama bunun yarattığı bir sonuç var: Yukarıdaki
tarife göre gri propagandayı başarıya eriştirenler sade vatandaşlar; sen, ben,
biz…
Tam
da bu nedenle “Zor Zamanlar” üst başlığını taşıyan bu yazıların ilkinde
(“Dörtlek Zibidi”), şunu önerdim: “Madem çok
yönlü bir kuşatma altındayız, prangaları çıkarıp atmanın tek yolu olabilir:
Tuzağa düşmemek, yani ‘bilemeyiz’ sözcüğünü baş tacı etmek. Adamı tanımıyorum
(…) vb cümleler, sakin bir duruş bize bir şey kaybettirmez.”
Şimdi sıra sende parlak yürek: Arzu edersen birkaç
gün önce, Zeki Alasya’nın ölüm haberinin ardından yazıp çizilenleri anımsarsın.
Örneğin Ayşen Guruda: “Bugün her evden bir cenaze kalktı demiş”. Bu bir sevgi
cümlesidir. Metin Akpınar’ın açıklamaları da öyle. Ama yok camiden cenazesi
kalkmasınmış, şu partiden, bu gizli örgüttenmiş lafları, sevgiyle ilişkili değil... Bunların üretilmesi, bu ölümün çok ilginç
bir zamana denk gelmesiyle ilgili de olabilir: Toplumu onlarca parçaya bölme
işinde epey ilerlemişlerdi, bir sanatçının vefatı, farklı partileri destekleyen
milyonlarca kişiye ortak bir tarih ve kültürleri olduğunu hatırlattı.
Ve ortak acımıza dönüştü.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder