![]() |
1 Haziran günü Manisa'da yapılan destek gösterisinden... (sondakika.com) |
Sadece duysunlar istedik, bizi dinlerlerse yanlış yaptıklarını belki anlarlar diye umduk. Onların kendi doğrularına en etkili biçimde direnebilmek için biz yanlış yapmamaya, devletin eline koz vermemeye çalıştık (...) “Gezi ruhu” aynı özeni, dikkati gösteriyor. Ama herkes aynı bilinçte değil haliyle, kutuplaşma çok hızlı yayılıyor. Bu yazı o nedenle yazıldı
Tamer Baran
1979’da, okuduğum yatılı okul basıldığında
sadece 13 yaşındaydım.
Bir taraf emperyalizme karşı savaşıyordu
(veya öyle sanıyordu). Diğer kesim devleti/vatanı kurtarmaya çalışıyordu (veya
öyle sanıyordu).
Sonuçta bir abi mezara gitti, diğeri hapse,
ikisi de 20 yaşında bile değildi…
Ve biz 16 çocuk, -kardeşi/arkadaşı az evvel
gözünün önünde öldüğü için- hepimizi katletmeye yemin edenlerden de gün
ve gece boyu saklandık, polisten de…
Çünkü gecenin ikisinde, dördünde kalkıp
asker gibi nöbet tutuyorduk aylardır, okulumuz basılmasın, ailelerimize kara
haber gitmesin diye.
Biliyorduk çünkü: Ne okul yönetimi halimizden
anlardı, ne de polisten bir umudumuz vardı. Onlar bile ikiye bölünmüşlerdi:
Sana Pol-Der’lilerin mi, Pol-Bir mensuplarının mı denk geleceğini nereden
bileceksin ki… De ki bildin, senin bir görüşün yok ki henüz “yaşasın,
bizimkiler” diyebilesin; olay mahallinde yakalanırsan, en iyi ihtimalle dayağı
yersin.
Hangi görüşten olursa olsun, o çılgın
atmosferde görevini yaparken hayatta kalmaya, ailesini korumaya çalışan bir polis
memurunun, bizim çocuk olduğumuzu dikkate alacağından nasıl emin olabilirdik
ki?
Veya jandarmanın…
Abiler zorla foruma indirirlerdi bizi,
Samsun Anadolu Lisesi’nde mezuniyet etkinliklerinin yapıldığı büyük salona... Meraklı
gözlerle izlerdik neler yaptıklarını, ama devrim yemini etmezsek dayak yerdik.
O cümleleri papağan gibi tekrarlamayı da öğrendik, meğer yetmezmiş bu, “yanlış
kolu” yumruk yaparak havaya kaldırınca da sopa yedik.
O mecburi tanıklık, gün geldi, vahşetin
ortasında bıraktı bizi. O gün öğrendik jandarma dipçiğinin gencecik bedenleri
nasıl ezip, parçalayabildiğini…
Gözümüzün önünde oldu çünkü.
Biz 65-70 arası doğanlar saklanma ustası
olduk.
Aklımız ermiyordu henüz, ne devrim
kavramını anlıyorduk, ne ülkü kelimesi bize bir şey ifade ediyordu. Küçücüktük;
ne yumruklarımız gelişmişti, ne bacaklarımız. Bir olayın ortasında kalırsak
karşı koyamazdık, kaçamazdık; tehlikeyi yaklaşırken sezmeyi, uzaktan tanımayı
öğrendik.
12 Eylül sonrası duyduk Kenan Evren’in
“Şartların olgunlaşmasını bekledik” cümlesini. Devleti yönetenler abilerimizden
“Asmayalım da besleyelim mi” diye bahsettiler, işkenceci polisler ablalarımıza tecavüz
ettiler.
El mecbur; sesimizi duyurmaya çalışırken
polisin eline düşmemeyi öğrendik.
1983-88 arası, karanlık biraz dağılır gibi
olduğunda YÖK’ü protesto eylemleri yaygınlaştı. Abilerinin-ablalarının
düşürüldüğü tuzağın faturasını o dönemin gençlerine çıkarmaya çalışıyordu
devlet, masum öğrenci dernekleri kurmaya çalışanlar bile takibe alınıyordu.
Yine de direndik, kimimiz 2 bin kişilik gösterilerde cop yedi, tutuklandı,
kimimiz (ben dahil) barışçıl Ankara yürüyüşüne katıldığı için yargılandı.
Şiddete karşı olanların safındaydım, çünkü amaç
sesimizi duyurmaktı, çatışmak değil. Bizden önceki kuşağın epey bir
kısmı şiddete başvurmuş veya bir şekilde karışmıştı, bunun “rejimin” ekmeğine
yağ sürmek olduğunu ağır derslerle öğrenmiştik…
Sadece duysunlar istedik, bizi dinlerlerse
yanlış yaptıklarını belki anlarlar diye umduk. Onların kendi doğrularına en
etkili biçimde direnebilmek için biz yanlış yapmamaya, devletin eline koz
vermemeye çalıştık.
Bunun ilk şartı “birlik” olmaktı; hangi
nedenle olursa olsun sesini, itirazını yükseltenlere “bizden” gözüyle bakmayı,
ama bu arada “bizden olmayanları” düşman olarak nitelememeyi öğrendik. En
azından çoğumuz.
“Gezi ruhu” aynı özeni, dikkati gösteriyor.
Ama haliyle herkes aynı bilinçte değil, kutuplaşma çok hızlı yayılıyor. Bu yazı
o nedenle yazıldı.
“Çapulcu olmayanlar beni listelerinden
çıkarsınlar, hatta s… gitsinler” vb cümleler, feysbuk’ta kız kardeşimin üyesi
olduğu yap-boz grubunda bile yaygınlaştığı için, 12 Eylül öncesini anımsatmak
istedim. 1974-76 döneminde yaşanan “aa, o da bizden” sevinci, “ötekilere” içten
içe gıcık olma vb hallerin neye dönüştüğü ve ülkeyi nereye götürdüğü malum.
Bugün aynı uçuruma düşer miyiz bilemem, ama
kenarında duruyoruz...
Ve maalesef sadece eli palalılar değil,
elinde çiçek olanların bir kısmı da hepimizi aşağıya çekmeye çalışıyor.
Açık Gazete, 9 Temmuz 2013
Viral Mecmua, 11 Temmuz 2013
Daha önceki yazınıza nacizane yaptığım yorumda kasttetiğim şeyi bu yazınızda ayan beyan görüyorum. belki ifademdeki düşüklük veya yanlış kavramlar buna neden oldu. bilinen tabiriyle "biz bu filmi daha önce görmüştük"
YanıtlaSilSaygılarımla.
Ne yazık ki biraz önce gördüm "Aynı Uçuruma Bakarken" başlıklı yazınızı.
YanıtlaSilÇok sevdim, çok etkilendim, çok duygulandım...
Teşekkür ediyorum Tamer kardeşim.
Yürek dolusu sevgi ve selamlar.
Korhan Yurtsever
Bu satırlar da beni çok duygulandırdı; sağ olun. Çoğu sinemayla ilgili olan yazılarımla ilgili, -arkadaşlarım haricinde- ilk kez bir sinemacı düşünce belirtiyor, bu açıdan da hislendim, ki bu da sizin güzelliğiniz...
YanıtlaSilUmuyorum ki bu kez seyir zevki yaşayamayacaklar Fahrettin Bey.
YanıtlaSilÇok hoş çalışmalarınız var; Kalabalık Dergi'ye başarılar diliyorum...
YanıtlaSilFANATİK KLİK TARAFTARLAR: Aslında darbeler öncesinde genellikle ABD., (AET) AB., SSCB., Çin gibi büyük ülkeleri tutan kliksel taraftarların; spor kulüp takım taraftarlarının; ağızlarında slogansı nakarat türkü-şarkı-pop-rock-caz nameleri ile; yerli-yabancı-aşk-macera-salon ne tür filmler; tv-video-sinema salonlarında ellerindeki bilet-davetiye-tehdit bıçağı gibi salonlara giriş araçları ile nasıl izledikleri; ellerindeki farklı gazeteler ile hangi partileri tuttukları, at, altı ok, ampul, petekli arı gibi logo ekler ile ifşa edilerek görsel güzellikler daha bilinçli ve iyi sunulabilir.
YanıtlaSilİlginize çok teşekkür ederim; sevgiler...
YanıtlaSil