Bu
dönem Türk sinemasına çeşitli açılardan örnek oluşturabilecek
Şiirsel Gerçekçilik akımının simge yönetmeni Marcel Carné,
dünya sinema tarihinin en büyük isimleri arasında sayılıyor.
Ona bu ünü ve konumu sağlayansa 10 yılda çektiği 8 film...
Tamer
Baran
Ünlü
Fransız yönetmen Marcel Carné,
1996’da bugün (31 Ekim) vefat etmişti.
Carné
Şiirsel Gerçekçilik akımının yaratıcısı değildi, ama
simgesi kabul edilir. Bu sinema ekolünün en önemli eserleri
arasında sayılan “Le Quai des brumes / Sisler Rıhtımı”
(1938), “Hôtel du nord / Kuzey Oteli” (1938) , “Le jour se
lève / Son Ümit (Gün Ağarıyor)” (1939), “Les Visiteurs du soir / Gece
Ziyaretçileri” (1942), “Les Portes de la nuit / Gecenin
Kapıları” (1945) ve Fransız sinema tarihinin en güzel filmi
kabul edilen “Les Enfants du Paradis / Cennetin Çocukları”
(1945) onun eserleridir.
Şiirsel
Gerçekçilik 1929 Ekonomik Bunalımı’nın bir sonucudur. Ağır
hayat şartları, yapay karakterlerin boy gösterdiği basit
güldürülerin, yüzeysel melodramların sonunu getirmişti. Başta
Jean Renoir ve Jean Vigo olmak üzere bazı sinemacılar çalışan
sınıfların sorunlarını perdeye aktarmak istediler. Gerçek
insanların çaresizliğini sergileyen bu filmler, aynı dönemin bir
başka popüler türü olan Kara Film’e estetik açıdan benzer:
Dahili mekanlarda loş ışıklandırma kullanılır, haricilerde
gökyüzü genellikle kapalı, sıkça yağmurlu veya sislidir.
Gölgeler ve siluetler de bu estetiğin ayrılmaz parçasıdır.
![]() |
Simon (solda) ve Gabin "Sisler Ruhtımı"nın bir sahnesinde. |
Yoksul
halkın yaşadığı, çalıştığı veya eğlenme amacıyla gittiği
yerler, örneğin döküntü pansiyonlar ana mekanlar; karizmatik,
çok yakışıklı ve güzel oyuncular yerine Jean Gabin veya örneğin
Michel Simon (“Sisler Rıhtımı”nın Zabel'i) gibi sokakta
rastlayabileceğiniz izlenimi veren insanlar ön plandadır. İşsiz,
çiçekçi kız, küçük esnaf, asker kaçağı, fabrika işçisi,
küçük suçlu, tiyatro emekçisi vb karakterlerin ortak özellikleri
vardır: Nihilist denebilecek kadar umutsuz, hüzünlü, bazen
intihara meyilli, “feleğin sillesini” tekrar tekrar yiyen
insanlardır bunlar (“Cennetin
Çocukları”nın ana kişisi pandomimci Baptiste bu kişilere en
güzel örneklerden birini oluşturur).
Tabii ki filmin sonunda -sağ kalırlarsa- mutsuz olurlar. Çünkü
–Şiirsel Gerçekçiliğe göre- dünyada,
bu
şartlarda mutlu olmanın tek yolu
aşktır; bu filmlerde ise aşk genellikle karşılıksız veya
sevenlerin kavuşması imkansızdır.
Bu
filmleri yaratanların mutlu sondan uzak durmak konusundaki
kararlılığınin bir nedeni de o dönem tüm dünyada yaygınlaşmaya
başlamış olan Holivud ürünlerinin sunduğu yapay dünyaya
verdikleri tepkidir.
Çünkü
1930'lar, özellikle de ikinci yarısı aynı zamanda faşizmin
Avrupa'ya yayılmaya başladığı yıllardır. Şiirsel Gerçekçilik
özünde politik değildir; ama işlerin kötüye gitmekte olduğunu
gören sanatçıların yaratımıdır.
![]() |
En büyük düşü beyaz çarşaflar arasında uyumak olan hırsız (solda) ve asker kaçağı, "Sisler Bulvarı"nın ana mekanlarından biri olan pansiyonun önünde... |
Hayalkırıklığı,
geçmişe özlem, iletişimsizlik, hicran, umutsuzluk gibi temaları
işleyen bu akım, alt sınıfların sefaletine dikkat çekerek
Fransız toplumunun iki dünya savaşı arasındaki durumunu
eleştirir. Ama Şiirsel Gerçekçilik bir belgeselci yaklaşımıyla
katı gerçekliği olduğu şekliyle yansıtarak toplumsal eleştiri
yapmaz, eleştirisini güçlendirmek için gerçekliği tekrar
yaratır. Örneğin gerçek mekanlar yerine plato kullanır, böylece
ışık ve sesi rahat kontrol edebilir, bundan da özellikle görüntü
alanında yeni biçimler, teknikler bulmakta yararlanır. Bu sayede
filmler, daha güçlü olur, seyirciyi her açıdan etkilemeyi
başarır.
Birkaç
şairane replik
Gerçekçi
olduğu besbelli bu akım, “şiirsel” tanımını karakterlerinin
temel özellikleri, yaşayış biçimleri ve filmlerin atmosferi
kadar kullandığı hikayeler ve özellikle repliklerden de alır. Ki
ekolün en ünlü senaristi şair Jacques Prévert’dir. Etkili ve
son derece anlamlı birkaç replik şöyle örneklenebilir:
“Başkalarının
açlık ve susuzluktan öldüğü gibi ben de sessizlik yüzünden
ölüyorum”
“Diğer
erkeklere benzemez o. Çatıdaki bir uyurgezer gibidir. Onu
çağırırsanız, düşer.”
![]() |
"Cennetin Çocukları"ndan pub sahnesi... Yan karakterlerden biri olan "Paçavracı" (solda), filmin ana kişisi ("çatıdaki uyurgezer") mimci Baptiste ile birlikte. |
“Bir
ağaçtan daha
yalın ne var ki?”
“Bir
güle baktığımda bile bir suç görüyorum”.
İkinci
Dünya Savaşı’nın bitiminin ardından yok olan Şiirsel
Gerçekçilik, kendisinden sonraki büyük sinema akımlarını
özellikle İtalyan Yeni Gerçekçilik ve Fransız Yeni Dalga’yı
ciddi biçimde etkiledi.
1930’larda
Prévert ve Gabin’le
işbirliği sayesinde Fransa’nın önemli yönetmenlerinden biri
haline gelen Marcel
Carné,
kendisinin, Fransız sinemasının ve Şiirsel Gerçekçiliğin
başyapıtları arasında sayılan bir dizi film yönetti. Fakat
1945’ten sonraki
filmleri
daha öncekiler kadar başarılı kabul edilmedi. Kimi otoritelere
göre bunda, Carné’nin Vichy hükümetiyle (dolayısıyla işgalci
Nazilerle) işbirliği yapmakla suçlanmasının payı büyüktü.
Oysa görünürde bir aşk ve cinayet öyküsü anlatan “Son Ümit”, halkın katile tezahürat yaptığı sahnenin dönemin
politik havasını yansıttığı gerekçesiyle Vichy hükümeti
tarafından yasaklanmış, “toplumu umutsuzluğa sürüklediği”
açıklanmıştı.
Carné
ve benzerlerinin hızla gözden düşmesinin bir başka nedeni de
1950’de başlayan Yeni Dalga akımının önemli yönetmenleri
oldu. Çoğu eleştirmenlikten gelen Claude Chabrol, Éric Rohmer,
Alain Resnais, Jacques Demy gibi isimler sinema dilini geliştirdiler,
yepyeni bir çağ başlattılar... Öte
yandan:
Yeni Dalga'nın
en
önemli isimlerinden biri olan François
Truffaut, “’Cennetin Çocukları’nı yönetebilmek için tüm
filmlerimden vazgeçerdim” demişti.
Aktif
üretimi 1976’ya kadar sürdüren, sonrasında projelerine finans
bulamadığı bir 20 yıl daha yaşayan Marcel
Carné,
dünya sinema tarihinin en büyük isimleri arasında sayılıyor.
Ona bu ünü ve konumu sağlayansa (sonrakiler kabul görmediği
için) 10 yılda çektiği 8 film...
Açık
Gazete, 31 Ekim 2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder